1. Uzman
  2. Özge ÖZ BATIR
  3. Blog Yazıları
  4. Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi

Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi

  Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi Çalışmalarının İncelenmesi                                                                 

Sinirbilim ya da nörobilim insan beyin yapısının ve nöronların çalışma yöntemini davranışsal ve bilişsel olarak fonksiyonel yapısını inceleyen farklı disiplinlerin arasında bir alandır. Bir çok bilim alanlarında görüldüğü gibi eğitim alanında da görülmektedir. Eğitim alanı çok geniş bir alan olmakla farklı alanlardan da yaralanmaktadır. Günlük hayatta yanlış inanç olarak bilinen mitler beyin ve sinir bilim alanında yanlış inanışların geliştiğini nöromit kavramı ile açıklamaktadır. Beyinle ilgili bilimsel olmayan fikirler ilk kez 1980 li yıllarda beyin cerrahı olan Alan Crockard tarafından beyinle alakalı bilimsel olmayan fikirler için kullanılmıştır. Bilimsel gerçeklerin yanlış anlaşılması, yanlış okuma, yanlış anlaşılması ya da yanlış aktarılmasından dolayı kavramsal yanılgılar tanımlanmıştır. Sinirbilim temelli araştırmalar 20.yüzyılda başlayarak öğrenme ile ilgili veriler sağlamaktadır. 2000 li yılların başında beyin eğitimi temalı oyunlarla bilişsel becerileri öğretme ve geliştirilmeye çalışma çabalarında artış gerçekleşmiştir. Araştırmacılar beyin sağlığının korunmasında bilişsel ve sosyal bir hayatın etkinliğini önermektedir. Diğer yandan halen güncel olarak araştırmacılar beyin eğitimin önemini gösteren makaleler yayınlamaktadır (Çağıltay ve Tunga, 2022).

Sinirbilime ait bilgiler, moleküler düzeyde insanların bireysel sinir yapılarının incelenmesinde duyusal izlemlerine yönelik çeşitli görüntüleme tekniklerinde ele alınmaktadır. Beyin görüntüleme tekniklerinden basit manyetik rezonans (MR), 3 boyutlu beyin bağlantılarının canlı olarak görüntüleyen fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (FMRI), NIRS, FNIRS, EEG gibi farklı tekniklerle gelişme göstermiştir. Bu görüntüleme teknikleri ile öğrenme ile ilgili genel bakış açısı değişmiş ve olumlu yönde beyinle ilgili fonksiyonel bilgi artışı olmuştur. Tekniklerle beyinin fonksiyonel analizinde öğrenme dışında davranış, duyu ve duygulara yönelik daha detaylı araştırmalara olanak sağlamıştır. İnsan beynindeki sistematik değişiklikler, nöron sayısı, sinaps ve miyelin bağlantıları bireyin öğrenme sürecinde çevresel durumlara göre farklılaşmakta ve değişmektedir. Çocuklarda motivasyon, duygular, dil ve konuşma, kavramsal anlama , problem çözme becerisi, toplumsal yaşam becerileri geçmiş deneyimsel kazanımları sonucu yeni bilgiler sonucunda sağlanabilir. Sinirbilim ve bu alanla ilgili eğitimci uzmanlar araştırma boyunca ekip halinde çalışması bilime katkıda sağlayabilir (Koyuncu, 2017).

Bireyler yaşamlarında bilinçli ya da bilinçsiz anlarında aktif olarak olarak zaman geçirmektedir. Bu zamanlarda bireylerde bilişsel, duygusal ve devinimsel değişimler gerçekleşirse bu durum öğrenme olarak tanımlanır. Birçok araştırma sonucunda öğrenmenin ortak tanımı kalıcı davranış değişikliği kazanılması gerekmektedir. Gelişimi açıklamak gerekirse eğitsel nörobilim bilişsel nörobilimden veriler alarak eğitim ortamlarına sunarak öğrenme ve öğrenmeyi etkileyen faktörleri açıklamaktadır. Beyinle ilgili çalışmaların artmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin 1990-2000 yılları arasında “Beynin 10 yılı” olarak belirlenmesi üzerine beynin yapısal ve işlevsel çalışma prensibine önemli kaynaklar sağlanması gelişmelere ön adım olmuştur.

Nörobilim sinir sisteminin yapı ve işleyişini araştırırken beyin görüntüleme tekniklerini kullanır. Nörobilimin alt dallarından bilişsel nörobilim, eğitsel nörobilim sayılabilir. Bilişsel nörobilim hastalıkları açıklamada beyin görüntüleme tekniklerini kullanarak açıklar, eğitsel nörobilim ise öğrenme ve öğrenmeyi etkileyen nörofizyolojik faktörleri açıklamayı hedeflemektedir. Nörobilimin eğitim alanında entegre edilmesi ile beynin nörogenez kavramına açıklık getirilmesi beynin her yaşta öğrenmenin gelişimini bulgularla açıklamaktadır. Nörogenez sürecinde beyin yenilenmesi söz konusu olup bu durumun her yaşta gerçekleşebileceği düşünülmektedir (Şereflioğlu ve Mocan, 2021).

Eğitsel sinirbilim, sinirbilim ve eğitim alanlarında kesişen araştırma alanıdır. Eğitsel sinirbilim hafıza okuma, dil, bilişselve davranışsal bozuklukları üzerine çalışmaları ve bulguları eğitimde uygulama ve yorumlarını araştırmayı hedeflemektedir. Eğitsel sinirbilim hem teorik hem pratik konulara çözüm ve önerilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir. Örnek olarak matematiksel düşünme, okuma ve disleksi, otizm spektrum bozukluğu gibi sorunlar üzerine yapılmış sinirbilim çalışmalarının ilgili alanlarındaki eğitim teorisi ve tasarımda etkisi olabilmektedir. Sinirbilim alanında birçok farklı beyin görüntüleme tekniğini kullanılmaktadır. Bu tekniklerin bazıları beynin fizyolojik süreçler ve bazıları da beynin yapısal özellikleri hakkında bilgi verir. Eğitimcilerin beyin görüntüleme tekniklerini yeterince anlama konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklı yanlış anlama ve yorumlama meydana gelebilmektedir buna de nöromit denilmektedir.

Gelişimsel Dönem 

Çocukların gelişim dönemlerinden erken çocukluk dönemi 0-8 yaş arasını kapsamaktadır. Birey olmada erken çocukluk dönemi yaşamının büyük kısmının şekillenmesinde bu dönem büyük önem arz etmektedir. Çocukların gelişim dönemleri uygun ve doğru bir şekilde desteklenmelidir. Çocukları değerlendirirken kullanılacak yöntemin belirlenmesinde yapılacak değerlendirmeye uygun amaç belirlenmelidir. Çocuğun yani gelişim düzeyini belirlemek ve bu düzeye göre eğer risk grubunda ise uygun desteğin erken müdahale ile sağlanması ya da sahip olduğu potansiyeli, gelişime açık olduğu alanları belirleyerek desteklenmesi için uygun yöntemler kullanılmalıdır . Çocukların gelişimlerini bütüncül yöntemle değerlendiren, gözlemler yoluyla ve doğrudan çocuklarla çalışmanın birlikte olduğu, ailelerin ve öğretmenlerin de değerlendirme sürecinde yer aldığı, standardize edilmiş materyalleri olan ölçme araçlarının geliştirilmesi veya geçerlik güvenirlik çalışmaları yapılmış ölçme araçlarının kültürlere uygun şekilde adaptasyonu yoluyla çocukların değerlendirilmesinin daha uygun olmaktadır. (Tunçeli ve Zembat, 2017).


Çocuk değerlendirme testleri ruh sağlığı uzmanlarının danışmanlığında çocuk ve ergenlerde kullanılan psikolojik testlerdendir. Testlerin veri toplama alanları dikkat, gelişim, kaba-ince motor gelişimi, dil gelişimi, sosyal beceriler gelişimi ve hafıza gibi bilgiler hakkındadır.Ön test – son test ile çocuğun gelişimi izlenebilir, Çocuğun kronolojik yaşının gelişim düzeyine paralel olup olmadığı düşünülebilmektedir. Çocuktaki gelişimsel sorun objektif bir şekilde tespit edilebilip rapor yazılabilmektedir. Testler vasıtasıyla çocuğun genel durumu ve gelişimi daha iyi analiz edilerek yol haritası çizilir ve uygulanan müdahale yönteminin sağaltımda ne kadar etkili olup olmadığı hakkında fikir edinmek için testler kullanılabilmektedir.Testlerin standart puanlamaları vardır ve sayısal sonuçlar vermektedirler. Ayrıca nesnel yargı tekniklerine sahiptir ve nesnel sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadırlar. Uygulamasının kolay olması, çok vakit almaması ve etkili sonuç vermesi dolayısıyla ruh sağlığı uzmanlarının kullanım tercihidir. Çocuk testleri eğitiminin diğer avantajı, bu testler okullarda, okul öncesi kurumlarda, klinik ve hastane ortamlarında sıklıkla kullanılan testlerdir (Naz, 2024).

Çocuk Objektif Testleri 

Testler Şunlardır;

1.   Agte Ankara Gelişim Envanteri

2.   Gessel Gelişim Figürleri Testi 

3.   Frankfurter Dikkat Testi

4.   Kinder Angst 

5.   Bir Ağaç Çiz

6.   Burdon Dikkat Testi

7.   Sınav Kaygısı Ölçeği

8.   Özgül Öğrenme Güçlüğü Gözlem Formu

9.   SCL-90

10.   Sorun Tarama Listesi

11.   Amerikan Hipekraktivite Ölçeği

12.   Metropolitan Okul Olgunluğu Testi

13.   Beier Cümle Tamamlama Testi

14.   Peabody Resim Kelime Testi

15.   Porteus Labirentleri Zeka Test

16.   Benton Görsel Bellek Testi

17.   Kente.G.Y Zeka Testi

18.   Goodenough - Harris İnsan Resmi Çizme Testi

19.   Psikolojik Orman Testi

20.   Değiştirilmiş Erken Çocukluk Dönemi Otizm Tarama Ölçeği (M-CHAT)

21.   Louisa Duss Psikanalitik Hikaye Testi

22.   Öğrenme Stilleri Envanteri

23.   Holland Mesleki Tercih Envanteri


Öğrenme 

İnsanın öğrenme düzeyinin nasıl olduğunu açıklamak için birçok öğrenme kuramı oluşturulmuştur. Genel olarak öğrenme bilgileri algılama, kaydetme, organize etme, hatırlama ve kullanma sürecidir. Öğrenme için tekrarlar yapılarak ya da yaşantılarla deneyimleyeme sonucunda davranışlarda kalıcı değişikliklerin yaşanma durumdur. Bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasını sağlayan süreçler algı ve dikkattir. Kısa süreli bellekte bilgiyi saklamanın yollarından sürekli tekrar ve gruplama ile bilgilerin daha kalıcılığı sağlanır. Bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılmasındaki süreçte; örtük ve açık tekrar, kodlama/anlamlandırma, genişletme/eklemleme, bellek destekleyici ipuçları kullanılır.

Basit Modelleme Bilgiyi İşleme Kuramına Göre Öğrenme 

Uyaran Bilgiler        Kısa Süreli Bellek        Tekrar Kodlama Organizasyon 


Uzun Süreli            Geri Çağırma               Uzun Süreli Bellek

   

   Bellek              Kullanma


ÖĞRENME


 

Şekil 1: Nörobiyolojik Öğrenme sinaptik aktivite artışı ve sinapsların oluşumu ile gerçekleşir.


Şekil 3: Doğumdan İtibaren Sinaptik Bağlantılar

Özgül Öğrenme Güçlüğü



Şekil 2: ÖÖG’si olan bir çocukta, yapılan bir beyin görüntüleme çalışmasında nöronal bağlantılar çok seyrekken, eğitim sürecinde bu bağlantıların arttığı görülmektedir.

Zekası normal ya da normalin üstünde olan çocukların; yaş, zeka düzeyi ve aldıkları eğitime göre okuma, yazma ve matematik öğrenmede beklenenden geride olmasıdır.Özel Öğrenme Güçlüğü özel eğitim alanında ilk olarak 1962 yılında Samuel Kirk tarafından tanımlanmıştır. Alman eğitim bilimci Adolf Berlin okuma ve yazma güçlüğünü tanımlamak için ilk kez disleksi tanımını kulanmıştır. Ülkemizde 1975 yılından bu zamana kadar literatürde yer almaktadır. Dünyada kabul edilen en yaygın tanı kriterleri DSM-5 kriterleridir.

Okul döneminde ÖÖG olan çocuklarda aşağıdaki alanlarda zorlanma, gecikme

görülebilir:

• Dil gelişimi ve okuma yazma

• Temel kavram kazanımları

• Matematik öğrenme

• Bellek

• Dikkat-Algı-Odaklanma

• Organizasyon

• Motor gelişim

• Psikososyal gelişim


Diskalkuli

Diskalkuli temel aritmetik gerçeklerin öğrenilmesinde, sayısal büyüklüğün işlenmesinde ve doğru ve akılcı hesaplamalar yapılmasında bozulmalarla karakterize edilen belirli bir öğrenme farklılığıdır. Bireyin performansında kronolojik yaşına göre niceliksel olarak beklenenden düşük olması ve aldığı eğitimin, çevresel faktörlerin yetersizliğinden ve zihinsel bir engelden kaynaklanmaması gerekir.

Disgrafi

Disgrafi yazmak için gerekli motor becerileri ve yazılı anlatım gereken düşünme becerilerini öğrenmekte gözlenen bir güçlüktür.

Yazı yazmak, karmaşık bir motor beceri ve bilgi işleme süreci gerektirdiğinden, bir kişinin sadece el yazısı bozukluğunun olması, disgrafi olduğunu söylemek için yeterli değildir. Bu durum okuma yeteneğiyle ilişkisizdir ve zeka geriliğinden kaynaklanmaz.

Dispraksi

Dispraksi, kişinin motor görevlerini planlama ve işleme kabiliyetini etkileyen nörolojik bir farklılıktır. Dispraksileri olan bireylerde genellikle dil problemleri vardır ve bazen düşünme ve algılamada bir miktar zorlanırlar. Dispraksi, bununla birlikte, kişinin zekasını etkilemez; ancak çocuklarda öğrenme problemlerine neden olabilir. Gelişimsel dispraksi hareket organizasyonunun bir olgunlaşmamışlığıdır. Beyin, bilgiyi sinirsel mesajların tam olarak aktarılmasına izin verecek şekilde işlemez.

Özgül öğrenme güçlüğü tıbbi bir tanıdır ve Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman doktorlar tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda sağlık kurulları tarafından verilmektedir.Resmi tanı raporu sadece resmi devlet hastaneleri ve tıp fakülteleri tarafından verilmektedir.Öğrenme bozukluklarının nedeni henüz aydınlığa kavuşamamıştır. Bununla beraber yapılan çok sayıda araştırmanın buluştuğu bazı etiyolojik etmenler vardır:

1-)Beyin Hasarı

2-)Genetik-Kalıtımsal Etmen 

3-) Nörolojik Fonksiyonlarda Bozukluk

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Çocuklarda okul öncesi ve sonrası dönemde belirgin hale gelen Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) kişinin davranışlarını kontol etmesini ve belli bir konu üzerinde odaklanmasını zorlaştıran psikiyatrik bir bozukluk şeklinde tanımlanabilir.Toplumda görülme sıklığı %4-8 arasında olan bu bozukluk ilk kez 1845 yılında Dr. Henrich Hoffman adlı bir hekim tarafından tanımlanmıştır.Hastalığın neden olduğu davranışlar aralıklı olarak seyrettiğinden tanı koymanın fazlasıyla zorlaştığı söylenebilir.

Hiperaktivite sözcüğü tanım olarak "aşırı fiziksel hareketlilik" anlamına gelir ancak bu tüm DEHB hastalarını kapsayan bir belirti değildir. Yapılan araştırmalar sonucunda aşırı fiziksel

hareketliliğin görülmediği pek çok DEHB olgusunun varlığından söz edilebilir. Bu olgularda gözlemlenen en belirgin şikâyet dikkat süresinin fazlasıyla kısa olmasıdır. Yani DEHB tanılı

kişilerin bir kısmında aşırı fiziksel hareketlilik ve dürtüsellik ön planda olurken bir kısmında dikkat eksikliği ve azalmış dikkat süresi gibi şikâyetler ön planda olabilir. DEHB, anne-babaların veya öğretmenlerin tutum hatalarından kaynaklanmaz. DEHB genetik nedenli, nörobiyolojik bir hastalıktır. DEHB’de ÖÖG görülebilir ama ikisi iki ayrı alandaki güçlükleri tarif eden bozukluklardır ve ayırt edici özellikleri vardır. Bunlar şunlardır;

• DEHB belirtileri gösteren çocukta her alandaki işler bu bozukluğun yarattığı engellemeler nedeniyle etkilenir. Ama ÖÖG’de bir ya da iki alanda sorun varken diğer alanlar bundan bağımsız olabilir.

• ÖÖG olan çocuklar sadece okumada ya da yazmada zorlanırken DEHB olan çocuklar özelliklede hiperaktivite varsa hem okuma hem yazmada sorun yaşayabilir. Zihinsel kapasitelerinden beklenen başarıyı tüm alanlarda gösteremeyebilirler.

• DEHB'nda sıklıkla dil sorunu görülmez. ÖÖG’de dil sorunu daha sık görülür.• DEHB olan çocuklar daha çok ince motor becerilerde zorlanırlar. ÖÖG’de, her ikisi de sorun olarak ortaya çıkabilir.

• Hem DEHB'nda hem ÖÖG’de dikkat sorunu gözlenir. ÖÖG olan çocuklar seçici dikkat sorunu yaşar. Örneğin: ders çalışırken yoğunlaştırmaları gereken noktaya dikkatlerini yoğunlaştıramaz. Dağınık bir çekmeceden istediğini bulamaz ama buna rağmen dikkatini belli bir konuda yoğunlaştırmada sorun olmaz. DEHB olan çocuklar bir materyalle uzun süre uğraşmakta zorlanır.

• ÖÖG’de okul başarısızlığı; görsel, işitsel, dokunsal algı, ayrımlaştırma ve bellek alanlarında ortaya çıkarken, DEHB’de daha çok dikkatini bir konuya yoğunlaştıramamak nedeni ile başarısızlık yaşanır

• Dikkat eksikliği olan çocuk okuma\yazma hatası yaptığında uyarıldığında hatasını düzeltir. Ama ÖÖG olan çocuk hatasını düzeltse bile bu hatayı çok sık yapar.

• DEHB’liler okul öncesinde aşırı hareketlilikleri nedeni ile çabuk tanınır, ÖÖG olan çocuklar okul dönemine kadar fark edilmeyebilir. ÖÖG yaşam boyu sürer, DEHB yaşla değişerek ve azalarak devam eder (Düzbel, 2024).

Gelişimsel Koordinasyon Bozukluğu 

Günlük yaşam aktivitelerini ve akademik başarıyı etkileyen motor koordinayon problemlerini içeren nörogelişimsel bir bozukluktur.Genellikle sakar ve dengesiz eylemleri olabilmektedir. En yaygın kabul görmüş tanı ölçütlerinden Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın son baskısı (DSM-5) ve tanı-tedavi konusundaki ortak görüş kılavuzlarında “Gelişimsel Koordinasyon Bozukluğu” tercih edilen tanı ismi olarak ortaya çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, “Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması” el kitabının 10. baskısında (International Classification of Diseases-ICD-10) GKB’nin tanım ve tanısında DSM-5 kriterlerini kabul eder, GKB’yi “Motor Fonksiyonun Spesifik Gelişimsel Bir Bozukluğu” olarak sınıflandırmaktadır ve bu duruma uygun olarak “Beceriksiz Çocuk Sendromu” ve “Gelişimsel Dispraksi” terimlerini eklemektedir. Dünya Sağlık Örgütü, ICD- 11’de “Gelişimsel Motor Koordinasyon Bozukluğu” olarak sınıflandırmaktadır GKB’nin çeşitli duygusal, sosyal ve öğrenme sorunlarıyla birliktelik gösterdiğine dair güçlü kanıtlar mevcuttur . Ama bazı çocuklarda; davranışsal sorunların ne ölçüde eşlik eden bozukluklara bağlı olduğu ya da uzun süredir devam eden olumsuz deneyimlerin günlük yaşamdaki motor becerilerde zorluklarla sonuçlanmasına bağlı olduğu her zaman belirlenemeyebilir. 2018 yılında yapılan bir çalışmada, 6-12 yaş aralığındaki GKB olan 96 çocuğun hepsinde 2 tane psikiyatrik eş tanısı olduğu saptanmıştır . GKB, Öğrenme Bozuklukları ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) arasında büyük bir çakışma olduğu için “eş tanı” terimini sorgulamakta ve “Atipik Beyin Gelişimi” terimini tercih etmektedir (Tunçtürk ve ark., 2019).


Beyin Görüntüleme Teknikleri 

Beyin görüntüleme yöntemleri temel olarak yapısal ve işlevsel (fonksiyonel) olarak ikiye ayrılır. Yapısal yöntemler beyindeki, hücre gruplarından oluşan gri madde ve hücreler arasındaki bağlardan oluşan beyaz madde gibi, yapıların ve bu yapıların bilişsel ve duygusal işlevlerle ilişkisinin incelenmesini sağlar. İşlevsel yöntemler ise beynin belli görevler sırasındaki işlevinin, yani beyin hücrelerinin çalışmasıyla meydana gelen fizyolojik değişikliklerin (ör. yerel damarlardaki oksijenlenme, postsinaptik potansiyellerin neden olduğu elektriksel değişiklikler) ve dolaylı olarak beyinde hangi hücre gruplarının belirli bilişsel süreçleri desteklediğinin, çalışılmasına olanak tanır.

Eğitimsel ve bilişsel sinirbilim çalışmalarında en yaygın olarak kullanılan beyin görüntüleme metotları; beyinde kanın oksijenlenmesi (BOLD sinyali) üzerinden, hangi beyin bölgeleri ve ağlarının belli bilişsel işlevlerde kullanıldığının çalışılmasını sağlayan fMRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme), beyindeki hücre toplulukları (gri madde) ve hücreler arasındaki bağlantı (beyaz madde) dokuları gibi yapısal özellikler ve bunların bilişsel yetilerle ilişkisinin çalışılmasında kullanılan yapısal MR ve kafatasındaki elektriksel değişimler üzerinden beyinsel işlevlerin çalışılmasını sağlayan elektroensefalografidir (EEG). Bunların dışında, özellikle çocuklarla yapılan çalışmalarda, kızılötesi ışınlar yardımıyla kortekste kanın oksijenlenmesini gösteren ve bilişsel işlevlerin çalışılmasına izin veren işlevsel kızılötesine yakın spektroskopi (functional near-infrared spectroscopy; fNIRS) yöntemi kullanılır.

Metodolojik kısıtlamalardan ötürü laboratuvar çalışmaları gerçekçi ortamlarda yer almadıkları ve doğal görevler kullanmadıkları için, bu çalışmalardan elde eden bulguların, insanların özgün ortamdaki davranışlarını ve bilişsel süreçlerini açıklama gücü, yâni ekolojik geçerliliği, sınırlıdır( Keleş, 2015).

Yapısal MR Yöntemleri 

VBM yapısal MR veri analiz metotlarından en yaygın olarak kullanılanıdır. Segmentasyon ismi verilen bir teknik kullanılarak, beyaz madde, gri madde ve beyin-omurilik sıvısı olmak üzere üç kısma ayrılır. Gri madde çoğunlukla beyin hücre çekirdeklerinden oluşan dokulardır. Beyaz madde ise beyin hücrelerini birbirlerine bağlayan sinir demetlerinden oluşur. Sinir liflerini (aksonları) saran ve elektiriksel iletimi kolaylaştıran miyelin kılıf bu dokulara beyaz rengini verir. Soylu ve diğerleri (2019) VBM metodunu kullanarak çocuklarda parmak hissi ile ilişkili gri madde bölgeleri ve bu bağıntıda cinsiyet farklılıkları ile ilgili bulgular ortaya koymuştur. Suárez- Pellicioni ve diğerleri (2021) ise VBM metodunu kullanarak beyinde gri madde hacminin matematiksel gelişim ile ilgisini incelemişlerdir. Beynin yapısal özellikleri gelişimsel olarak da çalışılır. Çocukların gelişimi sı- rasında beynin birçok bölgesinde bir sinaptik budama süreci gerçekleşir Beynin yapısal özellikleri gelişimsel olarak da çalışılır. Çocukların gelişimi sı- rasında beynin birçok bölgesinde bir sinaptik budama süreci gerçekleşir .

Bu süreçte beynin yapısal özellikleri, beynin işlevlerini daha iyi destekle- mek üzere yeniden organize olur. Genel olarak çocuklukta gri/beyaz madde oranı yüksekken (görece olarak daha çok gri ve daha az beyaz madde), gelişimsel süreç neticesinde yetişkinlerde gri/beyaz madde oranı daha düşüktür (görece olarak daha az gri ve daha çok beyaz madde). Bunun sebeplerinden biri sinaptik budama süre- cinde gri maddenin azalması, ancak aynı zamanda nöronlar arasındaki bağlantıların ve bu bağlantıları teşkil eden beyaz maddenin artmasıdır ( Keleş, 2015).

Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) 

İşlevsel (fonksiyonel) MR çalışmaları bilişsel süreçler sırasında meydana gelen fizyolojik değişimlere yoğunlaşır. Bu fizyolojik değişimler, bilişsel süreçler sırasında beyinde hangi bölgelerin ve ağların kullanıldığına dair bilgi verir. Bu yöntemlerden en yaygını fMRI‘dır. fMRI yönteminde beyinde kan oksijen seviyesine bağlı olarak manyetik alanda meydana gelen değişimler izlenir ve buradan hangi bölgelerin kullanıldığı üzerine çıkarımlarda bulunulur. Beyin hücrelerinin faaliyetleri sırasında oksijene ihtiyaç duyulduğu için, hücrelere yakın kılcal damarlarda oksijen yoğunluğu azalır. Bu azalmadan birkaç saniye sonra bu bölgeye oksijenli kan hücum eder ve yaklaşık altı saniye sonra bu bölgedeki kanda oksijen yoğunluğu en yüksek noktasına ulaşır. Daha sonra da oksijen seviyesi normal seviyesine ulaşır. Sinir hücrelerinin faaliyeti sonucunda yerel olarak kanda meydana gelen oksijen bazlı bu değişikliklere hemodi- namik yanıt adı verilir. Oksijenli ve oksijensiz hemoglobin moleküllerinin manyetik özelliklerinin farklı olması, kandaki oksijen değişikliklerinin belli bir uzamsal ve zamansal çözünürlükle fMRI tekniği ile ölçülebilmesine izin verir. fMRI elektrofizyolojik metotlara nazaran daha yüksek uzamsal çözünürlüğe ve daha düşük zamansal çözünürlüğe sahiptir. fMRI veri analizi bize hemodinamik yanıt kullanılarak belli bilişsel işlemler sırasında beynin hangi bölgelerinin etkinleştiğini gösterir( Keleş, 2015).

İşlevsel Yakın Kızılötesi Spektroskopi (fNIRS) 

fNIRS, fMRI gibi hemodinamik yanıtı kullanarak beynin işlevsel faliyetlerinin çalışılması için kullanılan bir yöntemdir. fMRI‘dan farklı olarak hemoglobindeki oksijenlenmenin manyetik etkileri üzerinden değil, oksijenlenmeyle beraber kanın yakın kızılötesi ışığı yansıtmasındaki farklılıkları ölçer . fMRI‘a kıyasla, fNIRS‘da deneklerin vücut hareketleri verilerde daha az gü- rültüye neden olur. Dolayısıyla fNIRS‘ın bebekler, çocuklar ve klinik deneklerle kullanımı fMRI‘dan çok daha kolaydır. Üstelik denekler bir ekran karşısında oturarak ya da bir başka denek ya da araştırmacıyla sosyal olarak etkileşerek deneylere katılabilirler. Bu özellikleri fNIRS‘ın özgün testler ve görevler içeren eğitimsel çalışmalarda kullanımını kolaylaştırır. Ancak, fNIRS yalnızca kortikal bölgelerdeki işlevin ölçülmesine izin verdiği için kullanımı fMRI‘a göre kısıtlıdır ( Keleş, 2015).

Elektroensefalogram (EEG) ve Olayla İlişkili Potansiyeller (ERP) 

Bir beyin hücresinin (nöronun) bağlantılı olduğu diğer beyin hücrelerinden, nörotransmiterler vasıtasıyla, aldığı girdiler uyarıcı (depolorizasyona neden olan) ya da engelleyici (hiperpolarizasyona neden olan) etkilere neden olabilir. Burada depolarizasyon ve hiperpolarizasyon hücre içi ve dışı arasındaki iyonik potansiyel farkı karakterize eder. Eğer diğer hücrelerden gelen nörotransmiterlerin neden olduğu iyonik değişimler toplamı hücre içinde belli bir polarizasyon eşiğini aşarsa hücrede aksiyon potansiyeli oluşur, yani hücre ateşlenmiş olur (bağlı olduğu diğer hücrelere sinyal gönderir). Bir hücrenin içinde aksiyon potansiyelinin oluşmasından önce diğer hücrelerden aldığı girdiler neticesinde meydana gelen potansiyel farkına (hücre içi ve dışı fark) ise postsinaptik potansiyel fark adı verilir. 

EEG ve ERP teknikleri, beynin işlevsel özelliklerinin çalışılması için, birçok beyin hücresinin senkronize çalışması sırasında ortaya çıkan postsinaptik potansiyellerin toplamıyla meydana gelen elektriksel değişimleri inceler. Bu elektriksel değişimler kafatasının üzerine yerleştirilen elektrotlar vasıtasıyla ölçülür. Toplanan veriler zaman serileri (zaman üzerine yayılmış veri noktaları) üzerinde her bir elektrot için, belirli bir referans elektrota kıyasla, ölçülen voltaj değerlerini gösterir .Kas hareketleri neticesinde ortaya çıkan gürültünün azaltılması ve sinyal- gürültü oranının mümkün olduğunca yüksek tutulması için EEG ve ERP deneyleri sırasında deneklerden mümkün mertebe hareket etmemeleri istenir. EEG klinik (örn. Epilepsi) çalışmalarda da yaygın olarak kullanılır( Keleş, 2015).

Eğitim Alanında Gerçekleştirilen Bazı Örnek Beyin Görüntüleme Çalışmaları 

Son zamanlarda beyin görüntüleme teknikleri çocuklarda okuma ve dil becerilerinin sinirsel gelişimi hakkında bilgi edinmek için kullanılmaktadır .Okuma alanında farklı beyin görüntüleme tekniklerinden (PET, fMRI, MEG) elde edilen bulgular birleştirilmiş ve bu şekilde fonolojik (ses bilimi) işleme ve kelime tanımayla ilgili sinir ağları tespit edilmiştir. Bu işlemi gerçekleştirirken okuma başarısı yüksek ve düşük çocukların nöral aktiviteleri incelenmiş ve aralarında belirgin farklılıkların olduğu tespit edilmiştir. Okuma ve dil becerisi ile ilgili yapılan bu çalışmanın sonucuna göre; sorunun biyolojik temelli olduğu düşüncesinin yanında, beyinde bulunan okuma alanıyla ilgili bölgenin ve sosyal çevrenin arasında karmaşık etkileşimlerin olduğu görülmüştür .

Yakın zamanda ABD’deki Berkeley Üniversitesi’ndeki araştırmacılar beyin görüntüleme tekniklerini ve bilgisayar canlandırma tekniklerini kullanarak, beyin okumanın mümkün olup olmadığını araştırmıştır. Araştırma insanların izlemiş oldukları hareketli görüntülerin fMRI ve özel bir bilgisayar yazılımıyla beyinden okunabileceğini ortaya koymuştur. Ayrıca geliştirilen bu teknolojinin beyin-makine etkileşimine olanak sağlayacağı düşünülmektedir Günümüzde nörobilimciler tarafından merak edilen durumlardan biri, beynin pasif olduğu düşünüldüğü zamanlarda (uyurken, anestezi altındayken vb.), beyinde oluşan etkinliğin nasıl olduğudur. Geçmişte insan dinlenme durumundayken beyninde uyku durumunda olduğu düşünülmekteydi. Çünkü 1970’lerin sonunda geliştirilen PET ve 1992’lerde geliştirilen fMRI, beyin bir işe odaklansa da odaklanmasa da beyine dair ölçümler yapmayı sağlamıştır. Bu durum beynin odaklanmadığı zamanlarda pasif olduğu kurgusuna yol açmıştır. Ancak son yıllarda kullanılan beyin görüntüleme tekniklerine göre, aslında durumun hiç de düşünüldüğü gibi olmadığı ortaya çıkmıştır.Yapılan çalışmalara göre bir insan hayal kurarken, uyurken ve anestezi altındayken bile, beynindeki farklı bölgelerin birbiriyle iletişim halinde olduğu tespit edilmişti .Kudüs’te bulunan Hebrew Üniversitesi çalışanı Amir Amedi, okumayla ilgili beyin bölgesinin görme duyusundan bağımsız olup olmadığı üzerinde bir çalışma yapmıştır. Amedi ve ekibi bu çalışmada, daha önce hiç görme tecrübesi olmayan yani doğuştan görme duyusundan mahrum sekiz kişinin Braille alfabesiyle yazılmış kelimeleri veya harfleri okurken, bu kişilerde oluşan sinirsel etkinliği ölçmek için fMRI tekniğini kullanmıştır Bir araştırma sonucuna göre; görsel sözcük biçimi bölgesinin (Visual Word Form Area-VWFA) sahip olduğu ana işlevsel özelliklerin görme engellilerde de bulunduğu, hiçbir görsel deneyime ihtiyaç duymadığı ve okumanın duyusal şeklinden bağımsız olduğu ortaya çıkmıştır. Özetle beynin görsel okumadan sorumlu bölgesi, görme duyusuna ihtiyaç duymadan etkinleşebilmektedir. Başka bir deyişle beyinde bulunan görmeyle ilgili aktif bölgeler, görerek okuyan ve Braille ile okuyan kişilerde aynı oranda olduğu tespit edilmiştir Beyin görüntüleme teknikleri (fMRI, PET) ile müzik yapan veya dinleyen, hatta daha karmaşık bir durum olan, birlikte müzik yapan kişilerde de (örneğin bir orkestra üyeleri) beyin aktiviteleri incelenebilmektedir. Araştırmacılar, son zamanlarda müziğin eğitim üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu araştırmışlardır.Az sayıda yapılan çalışmalar sonucunda, müzik eğitimi alan çocukların zihinsel aktivitelerinin, müzik eğitimi almayan çocukların zihinsel aktivitelerine göre daha fazla olduğu ve müzik eğitiminin çocukların akademik başarısında olumlu etkisi olduğu tespit edilmiştir Beynin işleyişinin keşfedilmesiyle, insan yaşantısında karşılaşılan birçok sorunun üstesinden gelinebileceği düşünülmektedir. Bu düşünce beyin araştırmalarına son yıllarda önemli bir ivme kazandırmıştır. Örneğin eğitimde oluşan öğrenme güçlükleri sorunu, beyin görüntüleme teknikleriyle tespit edilip çözümler üretilebilir Öğrenme güçlüğü çeken kişilere verilmesi gereken eğitim-öğretim programları bu tekniklerin verileri doğrultusunda gözden geçirilerek tekrar düzenlenebilir. 

Chicago Üniversitesi’ndeki bilim insanları, matematik korkusu çeken insanlar üzerinde beyin görüntüleme tekniklerini kullanarak bir araştırma yapmıştır. Araştırmaya göre matematik korkusu yaşayan bireylerin matematik problemlerini çözerken dikkatini kontrol edemediği ve olumsuz duygularının ön plana çıktığı saptanmış; araştırmanın sonucunda matematik korkusu yaşayan bireylerin bu korkularını yenip başarılı olabilecekleri sonucuna varılmıştır. (Keleş,2015).

Sonuç

Alanyazındaki araştırmalara bakıldığında, gelecekte beyin görüntüleme tekniklerinin bizlere birçok alanda pek çok veri sağlayabileceği öngörülebilir. Ancak bu noktada bazı etik kaygıların varlığına da dikkat çekmek gerekmektedir. Nöroteknolojiler geliştirilirken; kişilerin özgür seçim ve iradesine saygılı olma ilkelerine göre şekillendirilmelidir. Ayrıca bilimsel ve etik yönünden değerlendirilirken insan sağlığı, toplum ve bireyin yararı ön planda tutulmalıdır .Beyin görüntüleme tekniklerinin, insan hayatını ferahlattığı , ilk yöntem olarak tıp alanında kullanıldığı,bir hastalık olarak veya oluşan bir soruna yönelik tanımlamada tespit etmek için cerrahi müdahaleye gerek kalmadan teşhise imkan sağlamaktadır.. Eğitim alanında da beyin görüntüleme tekniklerinin kullanılabileceği; böylece öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini anlama ve öğrenme güçlüklerini tespit etmede eğitimcilere katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.

Kaynakça


1.   Çağıltay, K., & Tunga, Y. (2022). Eğitsel nöromitler. In Eğitimsel sinirbilim. Nobel Yayın Dağıtım.

2.   Koyuncu, B. (2017). Eğitimsel Sinirbilim Neuroeducation: Eğitimciler Neden Sinirbilim Verilerinden Yararlanmalıdır?. Türk Akademik Yayınlar Dergisi (TAY Journal), 1(1), 22-34.

3.   Şereflioğlu, Y. T., & Mocan, D. K. (2021). Türkiye’de Eğitsel Nörobilim (Eğitimsel Sinirbilim) Konusunda Yapılmış Araştırmaların Analizi. Türkiye Bilimsel Araştırmalar Dergisi, 6(2), 468-480.

4.   Tunçeli, H. İ., & Zembat, R. (2017). Erken çocukluk döneminde gelişimin değerlendirilmesi ve önemi. Eğitim Kuram ve Uygulama Araştırmaları Dergisi, 3(3), 1-12.

5.   Naz, N. (2024).Çocuk Değerlenme Testleri Eğitimi (Word belgesi ).

6.   Düzbel, E. (2024).Disleksi Eğitici Eğitimi (PDF Sunum belgesi).

7.   Tunçtürk, M., Ermiş, Ç., & Mutlu, C. (2019). Gelişimsel koordinasyon bozukluğu. İKSSTD, 11(Ek sayı), 56-68.

8.   Keleş, E. (2022). EĞITIMSEL SINIRBILIM, 50-54.

9.   Keleş, E., & Kol, E. (2015). Eğitim penceresinden beyin görüntüleme tekniklerine genel bir bakış. İlköğretim Online, 14(1), 349-363.

Yayınlanma: 19.07.2025 11:50

Son Güncelleme: 22.07.2025 00:50

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Kişilerarası İletişim Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Oyun Terapisinin Çocuk Gelişimindeki Rolü

Oyun Terapisinin Çocuk Gelişimindeki RolüÇocuklar, dünyayı yetişkinlerden çok farklı bir şekilde algılar. Onlar için oyun yalnızca eğlenceli bir etkinlik değil; aynı zamanda duygularını, düşüncelerini ve ihtiyaçlarını ifade etmenin en doğal yoludur. İşte tam da bu noktada oyun terapisi, çocuğun gelişimini destekleyen, duygusal iyileşmesini kolaylaştıran ve iletişim becerilerini güçlendiren önemli bir psikolojik destek yöntemi olarak öne çıkar.Bu yazıda oyun terapisinin ne olduğunu, çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini, hangi durumlarda tercih edildiğini ve ebeveynlere ne gibi katkılar sağladığını detaylı bir şekilde ele alacağız.Oyun Terapisi Nedir?Oyun terapisi, çocukların oyun aracılığıyla kendilerini ifade etmelerine, duygularını tanımalarına ve zorlayıcı yaşam deneyimlerini işlemelerine yardımcı olan bir terapi yöntemidir. Çocuğun yaşına ve gelişim düzeyine uygun bir şekilde kullanılan oyuncaklar, figürler, resimler veya oyun materyalleri, terapötik bir dil haline gelir.Çocuklar çoğu zaman yaşadıkları kaygıyı, korkuyu ya da öfkeyi sözel olarak anlatmakta zorlanırlar. Oyun terapisi sayesinde bu duygular güvenli bir ortamda ortaya çıkar ve işlenir. Terapist, çocuğun oyununu gözlemler, yönlendirir veya yapılandırarak destekler. Böylece çocuk, yaşadığı duygusal yükten arınırken sağlıklı baş etme becerileri de kazanır.Oyun Terapisinin Çocuk Gelişimi Üzerindeki Etkileri1. Duygusal GelişimOyun terapisi, çocuğun duygularını tanımasına ve ifade etmesine yardımcı olur. Örneğin, öfke, kaygı, kıskançlık ya da üzüntü gibi zor duygular oyun aracılığıyla açığa çıkar. Çocuk bu duygularını tanıdıkça onları kontrol etmeyi öğrenir. Bu süreç, sağlıklı bir duygusal düzenleme becerisi kazandırır.2. Sosyal GelişimOyun terapisi, çocuğun empati kurma, sıra bekleme, paylaşma ve kurallara uyma gibi sosyal becerilerini geliştirmesine katkı sağlar. Grup oyun terapisi uygulamalarında çocuk, diğer çocuklarla etkileşim kurarak sosyal ilişkilerinde daha uyumlu hale gelir.3. Bilişsel GelişimÇocuk, oyun sırasında problem çözme, neden-sonuç ilişkisi kurma ve alternatif düşünme becerilerini geliştirir. Özellikle sembolik oyunlar, çocuğun hayal gücünü zenginleştirir ve bilişsel esnekliği artırır.4. Dil ve İletişim BecerileriOyun terapisi, çocukların sözel ve sözel olmayan iletişim becerilerini güçlendirir. Çocuğun oyun içinde kullandığı kelimeler, seçtiği semboller veya jestler, terapist için anlamlı ipuçları taşır. Bu da dil gelişimini destekler.5. Davranışsal DüzenlemeHiperaktivite, öfke nöbetleri veya saldırgan davranışlar yaşayan çocuklar için oyun terapisi etkili bir yöntemdir. Oyun ortamı, çocuğun bu davranışları güvenli şekilde boşaltmasına ve yerine daha uygun tepkiler geliştirmesine fırsat tanır.Hangi Durumlarda Oyun Terapisi Kullanılır?Oyun terapisi, çok farklı duygusal ve davranışsal sorunlarda etkili bir şekilde kullanılabilir. En sık başvurulan durumlar şunlardır:Kaygı bozuklukları (ayrılık kaygısı, sosyal kaygı)Travma sonrası stres (kaza, kayıp, boşanma, istismar)Davranış sorunları (inatçılık, öfke kontrol güçlüğü, saldırganlık)Özgüven eksikliği ve içe kapanıklıkOkul uyum sorunları ve akademik zorluklarBoşanma, taşınma gibi yaşam değişiklikleriKardeş kıskançlığıOyun terapisi yalnızca “sorun yaşayan” çocuklar için değil, gelişim sürecini desteklemek isteyen her çocuk için faydalı olabilir.Oyun Terapisi Süreci Nasıl İşler?Değerlendirme: Terapist, ebeveynlerle görüşerek çocuğun yaşadığı sorunları ve beklentileri anlamaya çalışır.Oyun seansları: Çocuk belirli aralıklarla (genellikle haftada bir) oyun odasında terapi seanslarına katılır. Seanslar yaklaşık 45–50 dakika sürer.Gözlem ve müdahale: Terapist, çocuğun oyunlarını gözlemler ve gerektiğinde yönlendirmeler yapar. Oyun sırasında ortaya çıkan temalar, çocuğun iç dünyasına dair önemli ipuçları verir.Ebeveyn görüşmeleri: Süreç boyunca ebeveynlerle düzenli aralıklarla görüşülür, aileye evde destekleyici öneriler verilir.Sonlandırma: Çocuğun hedeflenen kazanımları elde etmesiyle terapi süreci sonlandırılır.Ebeveynler İçin Oyun Terapisinin KatkılarıOyun terapisi sadece çocuğu değil, aile sistemini de etkiler. Ebeveynler, çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını daha iyi anlamayı öğrenir. Ayrıca:Çocuğun gelişimsel süreci hakkında daha fazla farkındalık kazanırlar.Çocuğun ihtiyaçlarına uygun iletişim yöntemleri öğrenirler.Aile içi ilişkilerde daha sağlıklı bağlar oluşur.Bu nedenle oyun terapisi, aileyi de içine alan bütüncül bir iyileşme süreci sunar.Oyun Terapisinin Çocuk Gelişimine Katkısını Destekleyen AraştırmalarAraştırmalar, oyun terapisinin çocuklarda kaygı düzeyini düşürdüğünü, özgüveni artırdığını ve sosyal becerileri geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Özellikle travmatik deneyimler yaşayan çocuklarda, oyun terapisi güvenli bir alan sağlayarak duygusal iyileşmeye katkıda bulunur.Amerikan Oyun Terapisi Derneği (APT) tarafından yapılan çalışmalar, düzenli oyun terapisi alan çocukların okul başarısında ve sosyal ilişkilerinde belirgin gelişmeler yaşadığını göstermektedir. Bu bulgular, oyun terapisinin yalnızca kısa vadeli değil, uzun vadeli olumlu etkiler yarattığını kanıtlar.Sonuç: Oyun, Çocuğun Dili; Terapi, Onun KöprüsüdürOyun terapisi, çocukların gelişim sürecinde hem duygusal hem de sosyal anlamda önemli bir rol oynar. Çocuğun yaşadığı zorlukları oyun yoluyla ifade etmesine ve sağlıklı baş etme mekanizmaları geliştirmesine yardımcı olur. Bu nedenle oyun terapisi, çocuk gelişiminin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmelidir.👉 Eğer çocuğunuzda duygusal ya da davranışsal sorunlar gözlemliyorsanız, oyun terapisi profesyonel destek için güçlü ve etkili bir yöntem olabilir. Çünkü unutmayın: oyun, çocuğun dili; oyun terapisi ise bu dili anlayabilmenin en güvenilir yoludur.Eğer çocuğunuzun duygusal dünyasında inişler ve çıkışlar gözlemliyorsanız, oyun terapisiyle ona güvenli bir alan sunabilirsiniz. Unutmayın, çocuklar duygularını çoğu zaman sözle değil, oyunla ifade ederler; bu nedenle profesyonel bir rehber eşliğinde oyun, onların duygularını anlamak ve sağlıklı baş etme yolları geliştirmek için güçlü bir araçtır. Oyun terapisi, çocuğunuzun özgüvenini artırır, sosyal ilişkilerini güçlendirir ve davranışlarını olumlu yönde şekillendirir. Oyun terapisi sayesinde çocuğunuz, duygularını daha iyi tanıyacak, kendine güveni artacak ve yaşamındaki zorluklarla baş etme becerilerini güçlendirecektir. Siz de oyun terapisi hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz ücretsiz soru sorabilirsiniz.
Eda KALE 30.09.2025

TERAPİYE BAŞVURMAYI GECİKTİREN YANLIŞ İNANIŞLAR

Terapiye Başvurmayı Geciktiren Yanlış İnanışlarGünümüzde ruh sağlığı konusunda farkındalık artsa da hâlâ birçok kişi terapiye başvurmakta gecikiyor ya da ihtiyaç duymasına rağmen bu adımı atmaktan çekiniyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri, toplumda yerleşmiş olan bazı yanlış inanışlardır. Bu inanışlar, kişinin hem mevcut sorunlarını ağırlaştırmasına hem de destek alabileceği bir sürece daha geç adım atmasına yol açar. Oysa terapi, yalnızca “büyük” sorunları olanların değil, kendini tanımak, ilişkilerini geliştirmek, daha sağlıklı bir yaşam sürdürmek isteyen herkesin faydalanabileceği bir destektir. Bu yazıda terapiye başvurmayı geciktiren en yaygın yanlış inanışlara ve bunların gerçeği nasıl çarpıttığına yakından bakacağız.1. “Terapiye gitmek demek, akıl hastası olmak demektir.”En köklü ve yaygın yanlış inanışlardan biri budur. Terapiye gitmenin yalnızca ciddi psikiyatrik hastalıkları olanlara uygun olduğu düşünülür. Oysa psikolojik danışma; kaygı, stres, takıntılar, öfke kontrolü, ilişki sorunları, özgüven eksikliği ya da kişisel gelişim gibi çok geniş bir yelpazede destek sunar.Terapi, ruhsal bozuklukların yanı sıra gündelik yaşamda zorluk yaratan duygusal durumlarla başa çıkmayı da kolaylaştırır. Örneğin, iş hayatında yaşanan tükenmişlik, ebeveynlikteki zorlanmalar veya yas süreci gibi durumlarda da terapi önemli bir rehberdir. Dolayısıyla terapiye gitmek “akıl hastalığı” değil, ruh sağlığını önemsemek anlamına gelir.2. “Terapiye gidersem zayıf bir insan olduğumu gösteririm.”Bir diğer yanlış inanış, yardım istemenin zayıflıkla özdeşleştirilmesidir. Oysa gerçekte yardım istemek bir cesaret göstergesidir. Kendi sınırlarını fark edebilmek, çözüm yolları aramak ve profesyonel bir destek almaya karar vermek, kişinin güçlü yanlarını ortaya çıkarır.Toplumda “kendi başına halletmek” erdem olarak sunulur. Fakat insan sosyal bir varlıktır ve hayatın zorluklarıyla tek başına başa çıkmak her zaman mümkün değildir. Terapi, kişinin kendi kaynaklarını fark etmesine yardımcı olur ve bireyin dayanıklılığını artırır.3. “Zaten zamanla düzelirim, terapiye gerek yok.”Birçok kişi, yaşadığı duygusal sıkıntının kendi kendine geçeceğine inanarak terapiyi erteler. Elbette bazı sorunlar zamanla hafifleyebilir; ancak çoğu durumda problemin kaynağı çözülmedikçe farklı şekillerde tekrar ortaya çıkar.Örneğin, sürekli ertelenen kaygı sorunu zamanla panik ataklara dönüşebilir. Çözümlenmeyen ilişki çatışmaları derinleşerek iletişimi tamamen koparabilir. Terapi, sorunların köküne inmeyi ve kalıcı çözüm yolları geliştirmeyi sağlar. Zamanı “beklemek” yerine terapiye başvurmak, süreci çok daha sağlıklı bir noktaya taşır.4. “Terapi çok uzun sürer, yıllarca gitmem gerekir.”Bir diğer yanlış inanış, terapi sürecinin bitmek bilmeyen bir yolculuk olduğudur. Elbette her danışanın ihtiyacı ve hedefi farklıdır. Bazı durumlarda uzun süreli terapi gerekli olabilir; ancak birçok kişi için birkaç ay düzenli terapi, büyük ilerlemeler sağlamaya yeter.Ayrıca günümüzde kısa süreli terapiler (örneğin bilişsel davranışçı terapi, çözüm odaklı terapi) oldukça yaygın şekilde kullanılmaktadır. Terapi, sonsuz bir yolculuk değil; kişinin ihtiyacına uygun şekilde planlanan, esnek ve hedef odaklı bir süreçtir.5. “Terapiye başvurursam insanlar hakkımda kötü düşünür.”Toplumun yargısı, birçok kişinin terapiye başvurmasını engeller. “Ailemin, arkadaşlarımın ya da iş yerimin bunu öğrenmesini istemem” düşüncesi oldukça yaygındır. Oysa terapi gizlilik esasına dayanır. Terapi sürecinde paylaşılan bilgiler, danışanın onayı olmadan üçüncü kişilerle paylaşılmaz.Ayrıca son yıllarda terapiye başvuran kişilerin sayısı hızla artmaktadır. Bu durum, terapiyi “farklı” veya “olumsuz” bir davranış olmaktan çıkarmıştır. Ruh sağlığını önemsemek, kişisel bakımın bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır.6. “Terapist benim yerime karar verecek, hayatımı yönetecek.”Bazı kişiler, terapiyi yanlış bir şekilde “birinin hayatımı kontrol etmesi” olarak düşünür. Oysa terapi, danışanın kendi kararlarını daha bilinçli şekilde alabilmesini destekler. Terapist, yol gösterici ve kolaylaştırıcıdır; asla kişinin yerine karar vermez.Terapi süreci, danışanın kendi değerlerini, ihtiyaçlarını ve hedeflerini fark etmesini sağlar. Böylece kişi, daha özgür ve sağlıklı seçimler yapabilir. Terapistin görevi, bireyi yönlendirmek değil, ona içsel kaynaklarını keşfetmesinde rehberlik etmektir.7. “Terapi çok pahalı, karşılayamam.”Maddi kaygılar da terapiye başvurmayı geciktiren bir diğer faktördür. Terapi ücretleri bazı kişiler için yüksek görünebilir; ancak bu noktada birkaç noktanın altını çizmek önemlidir:Terapi, uzun vadede kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığını koruyarak yaşam kalitesini artırır. Bu da iş hayatında, ilişkilerde ve genel mutlulukta büyük bir yatırım anlamına gelir.Günümüzde bazı kurumlar, dernekler veya üniversiteler daha uygun fiyatlı ya da ücretsiz psikolojik danışma imkânı sunmaktadır.Online terapi seçenekleri, ulaşılabilirliği artırarak maliyetleri düşürebilmektedir.Dolayısıyla terapi, yalnızca “lüks” değil, kişinin yaşam kalitesine yapılan bir yatırım olarak görülmelidir.8. “Benim sorunum terapiyle çözülmez.”Bir başka yanlış inanış, “benim durumum çok farklı, bana terapi fayda etmez” düşüncesidir. Oysa her bireyin yaşadığı sorun kendine özgüdür; ancak terapi, bireysel ihtiyaçlara göre uyarlanabilir bir süreçtir.Terapistler farklı ekollerden ve tekniklerden yararlanarak kişiye özel bir yaklaşım geliştirir. Dolayısıyla kişinin yaşadığı sorun ne kadar karmaşık görünürse görünsün, terapi sürecinde yeni bakış açıları ve çözüm yolları mümkündür.Sonuç: Terapi Bir Lüks Değil, Bir İhtiyaçtırTerapiye başvurmayı geciktiren yanlış inanışlar, kişinin ruhsal iyileşme yolculuğunu zorlaştırır. Oysa terapi, hayatın her döneminde başvurulabilecek güvenli, gizli ve destekleyici bir alandır. İnsan nasıl beden sağlığı için doktora gidiyorsa, ruh sağlığı için de terapiye başvurmak son derece doğaldır.Unutulmamalıdır ki, terapiye başvurmak zayıflık değil; yaşam kalitesini yükseltme, kendini tanıma ve içsel gücünü keşfetme yolunda atılmış cesur bir adımdır. Yanlış inanışların gölgesinde kalmadan, ihtiyaç duyduğunuzda profesyonel destek almaktan çekinmeyin. Çünkü sağlıklı bir ruh hali, hayatın tüm alanlarına olumlu şekilde yansır.“İyileşme yolculuğunuz, tek bir cesur adımla başlayabilir; belki de o adım bugün olabilir.”
Eda KALE 30.09.2025

TAKINTILAR NEDİR VE İNSANLARIN HAYATINI NASIL ETKİLER?

Takıntılar Nedir ve İnsanların Hayatını Nasıl Etkiler?Hepimiz zaman zaman belirli düşüncelere, endişelere veya davranışlara takılı kalabiliriz. Bu normaldir; çünkü beynimiz riskleri ve olası sorunları sürekli değerlendirir. Ancak bu düşünceler, kişi üzerinde yoğun kaygı, stres ve tekrarlayıcı davranışlar yaratan bir seviyeye ulaştığında “takıntı” olarak adlandırılır. Psikoloji literatüründe takıntılar genellikle obsesyon ve kompulsiyon kavramlarıyla tanımlanır: obsesyon zihne istemsizce gelen ve rahatsızlık yaratan düşünce veya imgeleri, kompulsiyon ise bu kaygıyı azaltmak için yapılan tekrar eden davranışları ifade eder.Takıntılar, bireylerin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini ciddi şekilde etkileyebilir. Basit bir düşünce ya da davranış biçimi gibi görünen takıntılar, zamanla kişiyi sosyal, akademik ve profesyonel alanlarda kısıtlayabilir, ilişkilerde gerilim yaratabilir ve ruhsal sağlığı olumsuz etkileyebilir.Takıntıların Temel Özellikleriİstem Dışı ve Tekrarlayıcı Düşünceler: Takıntılar genellikle kişi istemese bile zihne gelir ve tekrarlayıcıdır. Örneğin, kapının kilitli olup olmadığını sürekli kontrol etme düşüncesi, obsesif bir düşüncedir.Kaygı Yaratması: Takıntılar, kişide yoğun kaygı ve huzursuzluk hissi uyandırır. Kimi zaman bu kaygı öylesine güçlü olur ki kişi günlük yaşamına odaklanamaz.Kompulsif Davranışlar: Takıntıların yarattığı kaygıyı azaltmak için kişi belirli davranışları tekrar eder. Örneğin, el yıkama, kontrol etme, sayma veya belirli ritüelleri uygulama gibi. Bu davranışlar kısa süreli rahatlama sağlasa da uzun vadede takıntıyı besler.Gizleme Eğilimi: Kişiler genellikle takıntılı düşüncelerini veya davranışlarını çevrelerinden gizlemeye çalışır, çünkü bunların mantıksız olduğunu bilirler ve yargılanmaktan çekinirler.Takıntıların TürleriTakıntılar çok çeşitlidir ve farklı şekillerde ortaya çıkabilir:Temizlik ve Kontaminasyon Takıntıları: Mikrop kapma, kirlenme veya hijyenle ilgili yoğun kaygılar.Kontrol Takıntıları: Kapı kilidi, gaz vanası veya cihazların kapalı olup olmadığını defalarca kontrol etme.Düşünce Takıntıları: Kötü bir şey olacağına dair sürekli endişe, dini veya ahlaki saplantılar.Simetri ve Düzen Takıntıları: Eşyaların belirli bir şekilde olması, simetrik veya düzenli görünmesi gerektiğine dair yoğun ihtiyaç.Kompulsif Ritüeller: Sayma, dokunma veya belirli hareketleri tekrar etme gibi davranışlar.Bu çeşitlilik, takıntıların hem düşünsel hem de davranışsal boyutlarını kapsadığını gösterir.Takıntıların Günlük Hayata EtkileriTakıntılar, kişinin yaşamını farklı alanlarda olumsuz etkileyebilir:Zaman Yönetimi: Takıntılar çoğu zaman uzun süreli tekrarlayan davranışlar içerdiği için günlük görevleri aksatabilir. Örneğin, sürekli kapı veya ocak kontrol etme ihtiyacı, iş veya okul görevlerini tamamlamayı zorlaştırabilir.Sosyal Hayat: Takıntılı davranışlar sosyal ilişkileri zorlaştırabilir. Kişi, davranışları yüzünden arkadaşları veya aile üyeleriyle etkileşime girmekten kaçınabilir, izolasyon yaşayabilir.Ruhsal Sağlık: Takıntılar genellikle kaygı, stres ve depresyon ile ilişkilidir. Yoğun obsesyonlar kişinin kendine güvenini sarsabilir ve duygu durumunu olumsuz etkileyebilir.Fiziksel Sağlık: Özellikle temizlik veya kompulsif yıkama gibi davranışlar fiziksel rahatsızlıklara yol açabilir. Örneğin, aşırı el yıkama ciltte tahrişe ve yaralanmalara neden olabilir.İş ve Akademik Performans: Takıntılar, odaklanmayı zorlaştırabilir ve performansı düşürebilir. Sürekli kaygı ve ritüellerle uğraşmak, verimli çalışmayı engeller.Takıntılarla Başa Çıkma YöntemleriTakıntılarla başa çıkmak, çoğu zaman profesyonel destek gerektirir. Psikolojik danışmanlık ve terapi yöntemleri, kişinin yaşam kalitesini artırmada etkili olur:Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Takıntılı düşünceleri sorgulama, alternatif düşünceler geliştirme ve kaygıyı yönetme tekniklerini içerir.Maruz Bırakma ve Tepki Önleme (ERP): Danışan, kaygı uyandıran durumlarla kontrollü şekilde yüzleşir ve kompulsif davranışı yapmaktan kaçınır. Bu yöntem takıntının şiddetini azaltmada çok etkilidir.Farkındalık ve Kabul Yaklaşımları (Mindfulness – ACT): Danışan, takıntılı düşünceleri “sadece düşünce” olarak kabul etmeyi öğrenir ve onlara kapılmadan yaşamaya devam eder.Stres Yönetimi ve Rahatlama Teknikleri: Nefes egzersizleri, meditasyon ve gevşeme teknikleri kaygıyı azaltır ve zihinsel esnekliği artırır.Profesyonel Destek Almanın ÖnemiTakıntılar, günlük yaşamı önemli ölçüde etkileyebilir ve yalnızca kendi başına üstesinden gelmek zor olabilir. Profesyonel psikolojik danışman veya terapist, takıntının kaynağını anlamaya, uygun baş etme stratejileri geliştirmeye ve yaşam kalitesini artırmaya yardımcı olur. Destek almak, takıntılı düşüncelerin sizi kontrol etmesini önler ve daha dengeli bir yaşam sürmenizi sağlar.SonuçTakıntılar, istemsiz ve tekrarlayan düşünce ve davranışlar olarak tanımlanır ve kişinin yaşamını hem zihinsel hem de fiziksel açıdan etkileyebilir. Günlük işlevselliği, sosyal ilişkileri ve ruhsal sağlığı zorlayabilir. Ancak doğru yaklaşımlar ve profesyonel destek ile takıntılar yönetilebilir ve yaşam kalitesi artırılabilir. Bilişsel davranışçı terapi, maruz bırakma ve tepki önleme, mindfulness gibi yöntemler, takıntıları anlamada ve üstesinden gelmede etkili çözümler sunar.Kendi yaşamınızda takıntılarla başa çıkmak ve daha özgür bir zihinsel alan oluşturmak, hem ruhsal sağlığınızı hem de günlük işlevselliğinizi güçlendirecektir. Takıntıları fark etmek, kabul etmek ve profesyonel destekle başa çıkmayı öğrenmek, uzun vadede daha sağlıklı ve dengeli bir yaşamın kapılarını açar.Takıntılarla Baş Etmenin Önemi ve Kişisel GelişimTakıntılar yalnızca rahatsız edici düşünceler veya davranışlar değildir; aynı zamanda kişinin kendini, sınırlarını ve kaygılarını tanıması için bir fırsat da sunar. Takıntıları fark etmek, onları bastırmaya çalışmak yerine anlamaya ve yönetmeye odaklanmak, kişisel farkındalığı artırır. Bu süreçte kişi, hangi durumların tetikleyici olduğunu, kaygı seviyesini ve zihinsel kalıplarını daha iyi anlar.Profesyonel destek almak, yalnızca takıntıyı azaltmakla kalmaz; kişinin stresle başa çıkma becerilerini geliştirmesine, problem çözme stratejileri öğrenmesine ve günlük yaşamını daha verimli sürdürmesine katkı sağlar. Ayrıca danışmanlık süreci, kişinin kendine karşı sabırlı ve şefkatli olmasını da teşvik eder. Kendine yüklenmek yerine takıntılarıyla barışmayı öğrenmek, uzun vadede ruhsal dayanıklılığı güçlendirir.Takıntılarla başa çıkmayı öğrenmek, bireyin özgüvenini ve öz-yeterliliğini artırır. Kişi, zihninde sürekli dönen rahatsız edici düşüncelere kapılmak yerine, daha bilinçli ve sağlıklı kararlar alabilir. Bu süreç, sadece takıntıları yönetmekle sınırlı kalmaz; kişinin yaşam kalitesini artırır, daha dengeli ilişkiler kurmasına yardımcı olur ve genel olarak ruhsal iyi oluşunu güçlendirir. Takıntıları anlamak ve onlarla sağlıklı bir ilişki kurmak, hayatın kontrolünü yeniden ele almak için atılan en değerli adımlardan biridir.
Eda KALE 29.09.2025