Transseksüellik


TRANS BİREYLERİN TOPLUMSAL VE İSTAHDAM ALANLARINDA KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLAR


 


Türk toplumu; yaşanan coğrafyanın da etkisiyle geleneksel bir yapıya sahipken, aynı zamanda batı kültürünün etkisinde kalmıştır. Dolayısıyla bu sentezden kaynaklı bir çatışma içerisindedir. Bu çatışma da toplum içerisinde birçok dezavantajlı gruplar yaratmaktadır.


Biz de toplumdaki dezavantajlı gruplardan trans bireylere ve onların problemlerine odaklandık. Bu araştırmayı yaparken trans bireylerin problemlerine dikkat çekmek ve farkındalık sağlamak amacıyla yola çıktık.


Toplumun, trans bireyleri soyutlaması ya da soyutlamaya çalışması bu araştırma sırasında karşımıza çıkan problemlerin çatısını oluşturuyor. Translar, anayasal düzeyde haklara sahip olmadıkları gibi devlet tarafından da ötekileştiriliyor ve dışlanıyorlar. Cinsel kimliklerini özgürce yaşayamayan transların çok büyük bir bölümü hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan maddi kaynakları sağlayamıyor, istihdam edilmiyorlar. Buna istinaden seks işçisi olmak zorunda kalan birçok trans birey bulunmakta. En doğal haklarından eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Ataerkil ve muhafazakâr toplum yapısı transların hayatını ahlak dışı olarak tanımladıkları için yalnız ve izole bir hayata mahkûm kalıyorlar. Fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalarak sağlıklarını kaybetmeleri diğer bir gerçek olarak karşımıza çıkmakta. Trans bireylerin yaşadıkları problemleri umursamayan devlet ve toplum bu yarayı daha da derinleştiriyor.


Araştırmamızda kartopu yöntemini kullanarak trans bireylere ulaştır. 19 kişiyle bağlantı kurup 9 kişiyle görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmeler esnasında 642 dakika ses kaydı aldık. Bu görüşmelerin dışında da SPoD, Listag, İstanbul LGBTT gibi derneklerle, KaosGL dergisiyle temasa geçtik.



TRANSSEKSÜELLİK HAKKINDA


 


1.Transseksüellik Nedir?


 


           Doğumda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize ‘biyolojik cinsiyet’ denmektedir. Kişi 2-3 yaşlarındayken ‘ben kızım’ ya da ‘ben oğlanım’ duygusu yani ‘cinsel kimliği’ oluşmaya başlar. İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler (örneğin doğumunda kadın cinsel organlarına sahip bir kişinin kendisini erkek, ya da erkek organları ile doğan bir kişinin kendisini kadın olarak tanımlaması gibi…) Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma ‘tansseksüalite’ denir. Transseksüel bireyler yaşadıkları bu uyumsuzluğu giderebilmek için tıbbi (hormonal ve/veya cerrahi) müdahaleye ihtiyaç duyabilirler.


 


2.Transseksüelliğin Tarihi


 


        İnsanlık tarihi var olduğundan bu yana, bazı insanların kendini karşı cinse ait hissettiği bilinmektedir. Ancak transseksüellik kavramını ilk olarak 1900’lü yılların başında Magnus Hirschfeld kullanmıştır. Bu durumu sadece kılık kıyafet anlamında değil, ruhsal ve bedensel olarak kendini karşı cinsin özelliklerinde hissetmek olarak tanımlamaktadır.


 


3.İlk Transseksüeller


 


        Kayıtlara geçen ve ilk transseksüel Danimarka doğumlu Einar Wegener’dir. 1882 yılında doğan Wegener 22 yaşında erkek olarak evlenir. Aynı zamanda başarılı sayılabilecek bir sanatçıdır ve eşi de kendisi gibi bir ressamdır. Eşinin durumu kabullenip benimsemesiyle gizlenme ihtiyacı hissetmemişlerdir. Kadın olarak kullandığı isim ise Lili Elbe’dir. Lili Elbe olarak beş kez ameliyat olmuş, 1931 yılında Almanya’da hayatını kaybetmiş ve bir kadın olarak gömülmüştür. Lili Elbe’nin hayatı ‘Danimarkalı Kız’ filmine de konu olmuştur.


 


           Türkiye’de ise kayıtlara geçen ilk cinsiyet ameliyatı Serbülent Sultan’a aittir. Ancak Serbülent Sultan çift cinsiyetli doğduğu için 18 yaşındayken geçirdiği ameliyatta kadın olarak yaşamına devam ederken tam anlamıyla bir cinsiyet değişimi yaşamamıştır. İlk transseksüel ise ünlü sanatçı Bülent Ersoy’dur. 1952 yılında doğan Bülent Ersoy 1981 yılında İngiltere’de geçirdiği ameliyat sonrası Türkiye’de transların bilinirliği açısından önemli bir adım olmuştur.


 


4.Dünya’da ve Türkiye’de Transseksüellik


 


           Her konuda olduğu gibi translara bakış açısı ülkelere ve coğrafyaya göre farklılık göstermektedir. Refah seviyesi yüksek eğitimli toplumlarda transların anayasal düzeyde ve sosyal yaşamda hakları korunurken, birçok toplumda yasaklanan ve kabul görmeyen bir durumdadır. Örneğin İskandinavya ülkeleri ve Kanada, Avustralya gibi ülkeler bu konuda eşitlikçi bir yaklaşım sergilerken, Ortadoğu veya Afrika ülkeleri gibi çevre ülkelerde transfobi üst düzeydedir. Güneydoğu Asya’da; Filipinler, Tayland, Singapur gibi ülkelerde ise dünyayla kıyaslandığında yoğun bir trans nüfusu barınmaktadır. Coğrafya içerisinde durum normal karşılanmakta ancak hemen hemen bütün translar seks işçisi olarak çalışmaktadır ve bu durum adeta bir sektör haline gelmiştir.


           Türkiye’ye baktığımızda ise trans bireyler zorlu yaşam koşulları altında hayatını devam ettirmektedir. Eşitlikçi bir yapı söz konusu değildir, sosyal ve hukuki anlamda önlerinde birçok engel bulunmaktadır.


 


5.Trans Hakları


           İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ” Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Şeklinde başlamaktadır. Ancak dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de translar açısından bu maddenin bir geçerliliği yoktur. Transların ayrımcılığa uğradığı bazı temel hakları sıralamak gerekirse; eğitim, sağlık, sosyal güvence, evlilik, istihdam, barınma en önemlileri olarak ortaya çıkmaktadır.


 


BULGULAR


 


1.TOPLUMSAL EŞİTSİZLİKTE TRANS BİREYLER


 


Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, cinsiyet rollerinin ‘doğal’ ve değişmez, biyolojik varlığımıza bağlı şeyler olduğu varsayımına dayanır. Bu varsayım yanlıştır, çünkü cinsiyet rolleri hem zaman içinde hem de kültürden kültüre değişirler. Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı olmaları, basitçe bir ‘farklılık’ olarak yaşanmaz, aynı zamanda, eşitsizliğin ve ayrımcılığın meşrulaştırılması da bu farklılığa dayandırılır. Farklılık, genel geçer Kadınlık ve Erkeklik kalıplarının üretilmesi ve yeniden üretilmesiyle sürdürülür, pekiştirilir. Ayrımcılık, bu kalıpların varlığını sürdüren en önemli araçlardan biridir. Bu toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik ve ayrımcılıktan toplumun en dezavantajlı gruplarından olan trans bireylerde büyük ölçüde zarar görmektedirler. Toplumun geneli tarafından kabul görülmemiş olmanın verdiği psikolojik zararın yanında birçoğu zulüm, zorbalık ve fiziksel şiddete maruz kalmışlardır. Trans bireylere karşı eşitsizliği besleyen en büyük faktör toplumsal normların yanı sıra hukuk kurallarının eşitlikçi olmayan yaklaşımlarıdır. Trans bireyleri ayrımcılıktan ve nefret suçlarından koruyacak hukuksal çerçeve birçok ülkede olmadığı gibi Türkiye’de de mevcut değildir. Bunun yanı sıra cinsel yönelimleri doğrultusunda evlenmek istedikleri cinsiyetlerle evlenmeleri hukuk kuralları gereğince mümkün değildir.


 


1.1.ANAYASAL HAKLARDAN DIŞLANMA


 Sahip olmaları gereken anayasal haklar kanunlarca kendilerine tanınmıyor ve toplumsal hayatta ötekileştirilip ayrımcılığa uğruyorlar. Trans bireylere homojen bir grupmuş gibi davranılıp dışlanıyorlar.


Yaptığımız görüşmelerde Deniz anayasal haklardan mahrum bırakılmalarını şöyle anlatıyor:


 


Bir düşünsenize sevdiğiniz insanla istediğiniz halde evlenemediğinizi. Evliliğin gerekçesi nasıl farklı cinsiyetlerden olmak olabilir e madem gerekçeyi bu koydun o zaman neden bana ait olduğum cinsiyetin kimliğini vermekte bu kadar zorluk çıkartıyorsun.(…) Doğuştan ait olduğu cinsiyete sahip olanlar böyle bir hakka sahipken bizler neden böyle zorluklarla baş etmek zorunda bırakılıyoruz bu benimde hakkım nasıl beni bundan mahrum edebilirsin.(…) [Trans erkek]


 


           Heteroseksüel tüm bireyler evlenme hakkına sahipken LGBTİQ+ bireylere hukuken ayrımcılık yapılıyor. Homoseksüel ilişkilerin hukukta hiç yeri olmamasının yanı sıra ait oldukları cinsiyetin kimliğini almak konusun da birçok zorluk çıkartılıyor. Mesela kimliklerine sahip olabilmek için psikolog raporuna ihtiyacı olan trans bireyler senelerce hastanelerde ‘sürünüyorlar.’


 


1.2.ÖTEKİLEŞTİRME, DIŞLANMA VE AYRIMCILIK


 Hukuken ayrımcılığa maruz kaldıkları gibi toplumsal eşitsizliklere de maruz kalıyorlar. Aile ve çevredekilerinden gördükleri baskıların yanı sıra bir de ötekileştirilerek toplumsal hayattan dışlanıyorlar. Yener bu konuyla ilgili bizlere şunları söyledi:


(…) Bir abim vardı takılıyorduk, eşi ben ve kendisi vakit geçirip bir şeyler           yapıyorduk. Bana bir gün dedi ki; “Eşimle bir fantezi denemek istiyorum ama    yanımızda biyolojik bir erkek istemiyorum sen sonradan oldun ya ben seni eşimden kıskanmam.” Diyerek beni bu şekilde fantezileri davet ettiler. [Trans erkek, 24]


 


Yener biyolojik olarak bir erkek olmadığı için kendini erkek olarak hissetmesine rağmen çevresinde erkek yerine konmuyor. Trans bireyler ‘sonradan bir erkek’ olduğu için diğer erkeklerden ayrı tutulup farklı şekilde muameleye maruz kalıyorlar. Homojen bir grup gözüyle bakılıp toplumsal hayatta ötekileştiriliyorlar.


 


1.3.MUHAFAZAKÂR TOPLUM YAPISI


Yaşadığımız bu coğrafya ananevi olarak ataerkil bir toplum yapısına sahip. Bu toplum yapısı ülkeye yerleşmiş olan muhafazakârlıkla birleşince trans bireyler, toplum tarafından belirlenen ahlaki normlar içerisinde ahlak dışı olarak kabul ediliyorlar. Yanlış bedenlere hapsolmuş ruhlara sahip olmaları kendi suçlarıymış gibi gösteriliyor. Trans bireylere ‘kâfir’ gözüyle bakılıp, cinsiyet değiştirmeleri ‘ayıp’ olarak tanımlanıyorlar. Çağlar bize bu konuyla ilgili şunları söyledi.


(…)İnsanlar yanımda dinle ilgili bir şey konuştukları zaman bana dönüp; “Sen kâfirsin anlamazsın bu konulardan zaten” gibi şeyler söylüyorlar. Sadece cinsiyet değiştirdiğim için ben artık dinden çıkmış olarak kabul ediliyorum. Anneme bile bu konudan ilk bahsettiğim zaman; “Tövbe et kızım senin yolun yol değil dön bu yoldan” demişti bana. Sonuç artık görüşmüyoruz. [Trans erkek]


           Muhafazakâr bir aileye sahip olan Çağlar annesinin bu gibi tepkilerinden dolayı babasına dahi açılamadan evini ve ailesini terk etmek zorunda kalanlardan sadece bir tanesi.


 


1.4.ATAERKİL TOPLUM YAPISI


           Bunun yanı sıra sahip olduğumuz ataerkil toplum yapısı erkeklik gibi baskın bir cinsiyetin bırakılıp ta kadınlık gibi ‘erkeğin yönettiği cinsiyete’ geçilince trans kadınlar toplum içerisinde trans erkeklerden daha fazla ayrımcılığa ve tacize maruz kalıyorlar. Trans kadınlara birer seks işçisi gözüyle bakılıyor ve ‘tek işlevleri erkeklerin fantezilerini süslemekten ibaret’ olarak algılanıyor. Emel bizlere bu konuyu şu sözleriyle anlattı:


Erkeklik gibi yüksek bir mertebeyi bırakıp kadın olduğunuz zaman toplum tarafından kabullenmeniz daha zor oluyor.(…) Onlara göre bizler sadece gece saatlerinde sokağa çıkma hakkına sahibiz sabahları sokakta görünmemiz bile ayıp. Sanki birer sapıkmışız gibi yolda yürüme şeklimiz bile tahrik edici bir hareket gibi yansıtılıyor. [Trans kadın, Aktivist]


Bu sebeple araştırmamız boyunca trans kadınlara ulaşmakta çok daha fazla zorlandık. Ulaşabildiğimiz trans erkek sayısı ulaşabildiğimiz trans kadın sayısının iki katı. Erkek ve kadın nüfusunun hemen hemen eşit olduğu bu ülkede-Kadınlar 49,8, erkekler 50,2- kadınlar ülkenin dezavantajlı grupları arasında yer alıyor. Bu yüzden trans kadın olan her birey trans olmanın getirdiği zorluğun yanı sıra kadın olmanın getirdiği zorluklarla da uğraşmak zorunda kalıyor.


 


2.TRANS BİREY VE ÇALIŞMA HAYATI


              Çalışma hayatı, trans bireyler açısından ayrımcılığın en yoğun şekilde yaşandığı alanlardan biridir. Çünkü çalışma hakkı ve özgürlüğü, ekonomik ve sosyal haklar kapsamı içerisinde, bireyin en temel haklarındandır. Ve herkesin olduğu gibi trans bireyler de maddi refahını sağlamak için çalışmak zorundadır. Çalışma hakkı ve özgürlüğü anayasal bir hak olmasına rağmen trans bireyler açısından bu hak, halen ülkemizde mücadele edilmesi gereken bir konudur.


 


2.1.MOBBİNG


Mobbing, bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması olarak tanımlanabilir. Psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır. Ülkemizde zaten kötü durumda olan çalışma koşulları trans bireyler üzerinde daha da büyük baskı yaratmaktadır. İş hayatında kendine yer bulmakta zorlanan trans bireyler çalıştıkları iş yerlerinde bir de mobbinge maruz kalıyorlar. Birçoğu bu sebepten dolayı istifa ediyor ya da etmeye zorlanıyorlar. İş başvuru, işe alınma, terfi ettirilme, işten ayrılma, vasıfsızlaştırma süreçleri de dahil olmak üzere iş hayatında her türlü transfobik ve cinsiyetçi tutumlara uğruyorlar. Masal bu konuyla ilgili bizlere şunları anlattı;


Bundan önce çalıştığım yerde yaklaşık 2 senedir çalışıyordum. İşe girdiğimden bu yana birçok işin yükünü de benim omuzlarıma vermelerine rağmen ne mevkiim ne de maaşım yükselmişti. Zam istediğim zamanda ise “seni bu halinle çalıştırdığıma dua etmiyorsun da bir de utanmadan benden zam mı istiyorsun” tepkisini alınca daha fazla orda kalamazdım.(…) [Trans Kadın, Satış Danışmanı]


 


Masalın iş yerinde uğradığı mobbingten kaynaklı olarak yeni girdiği iş yerinde kimliğini saklamak zorunda kaldı. Masal gibi daha birçok trans birey çalışma ortamında gerek iş arkadaşları gerek işverenleri gerekse müşteriler tarafından birçok defa sözlü ve fiziksel tacize aynı zamanda hakaretler ve aşağılayıcı tavırlara maruz kalmaktalar.


 


2.2.SINIRLI ÇALIŞMA ALANLARI


Mobbinge maruz kalmasına rağmen hala aynı iş yerinde çalışmaya devam etmek zorunda olan birçok trans bireyde var çünkü çalışma alanlarındaki kısıtlılıktan dolayı işsiz kalmayı göze alamıyorlar. Alper bize bununla ilgili şunları söyledi:


           (…) Yaklaşık 3 aydır işsizim. Birçok yere başvuru yaptım çoğu reddedildi çoğuna


cevap dahi gelmedi.(…) Zaten okumamış ve tam olarak kendinizi ait hissettiğiniz cinsiyetin kimliğini elinize almamışsanız başvuru yapabileceğiniz yerler ya club, bar tarzı yerlerdir ya da Beşiktaş, Taksim gibi yerlerdeki kafelerde garsonluktur.[Trans erkek, İşsiz]


Trans bireylerin çalışma alanlarının kısıtlı olması ve hatta kısıtlı olan bu alanlarda da işe alınmaları için patronlarının ‘insaflarına’ kalmaları birçoğuna geçim sıkıntısı yaratıyor ya da çalışmak istemedikleri birçok işi yapmak zorunda bırakılıyorlar.


 


SONUÇ


Tüm bu bulgulardan da anlaşılacağı kadarıyla da trans bireyler hayatın her alanında dezavantajlı grup olarak ele alınabilir. Tüm toplumsallaşma süreçlerinde birçok sorunla karşılaşmalarına rağmen çoğu hayatını devam ettirebilmek için psikolojik şiddete göz yummak zorunda bırakılıyorlar. Fakat ülkemizde translara yapılan tüm bu davranışlar o kadar katlanılamaz seviyelere geldi ki nefret söylemleriyle birlikte trans cinayetleri de aynı oranda artış gösterdi. Toplumsal boyutta olduğu gibi hukuksal boyutta da bu cinayetler cezasız kalıyorlar. Bu araştırmamızın sonucunda trans bireylerin hayatlarının ne kadar zor olduğunu ve toplumun hayatı onlara daha da zor hale getirdiğini görünür kılmaya çalıştık.


 


EK


1.SÖZLÜK


TOPLUMSAL CİNSİYET/BİYOLOJİK CİNSİYET: İki sabit toplumsal cinsiyet kimliği olduğu düşüncesinin ötesine geçmek, bazılarımız için yeni ve baş etmesi güç bir fikirken, bazılarımız için hayatın ta kendisi. “Biyolojik cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrı, ancak bağlantılı kavramlardır. Biyolojik cinsiyet, genel olarak, bir insanın penis, testisler, vajina, rahim ve benzeri biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. Bunlar anatomik bakımdan bir kişiyi kadın ya da erkek olarak tanımlayan özelliklerdir. “Toplumsal cinsiyet” ya da tıpta kullanılan terimiyle “cinsellik kimliği” ise çeşitli anlamlarda kullanılır. Bazen “toplumsal cinsiyet” kavramıyla toplumsal cinsiyet rolleri ya da ifadeleri -belli bir zaman döneminde belli bir kültürde “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen davranış özellikleri- kastedilir. Bu özellikler, saç şekli ve giyim stilinden, insanların konuşma ya da duygularını ifade etme tarzlarına kadar uzanabilir. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, toplumsal cinsiyet kimliğini -erkek, kadın ya da transseksüel olarak kendimize dair içsel algımızı- ifade etmek için de kullanılabilir.


CİNSEL YÖNELİM: Belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir. Cinsellikle ilgili diğer üç unsur ise; 1-Biyolojik cinsiyet, 2-Toplumsal cinsiyet kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum) 3-Toplumsal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum). Tanımlanmış üç cinsel yönelim ise; -Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, -Kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik, -Kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Birey, kendi cinsel yönelimini nasıl adlandırıyorsa o esastır.


KARŞIT GİYSİCİLİK-TRA(NS)VESTİZM (TRANSVESTİSM): Geçici olarak karşı cinsten biri gibi yaşamak için, o cinse ait giysilerin giyilmesi ve karşı cins gibi davranılmasıdır. Kalıcı bir cinsiyet değişikliği özlemi veya bununla ilgili hormonal/cerrahi tedavi isteği yoktur. Bu terim Avrupa’daki Crossdresser’a denk gelir ama ülkemizde daha çok transseksüellikle karıştırılmaktadır.


 TRAVESTİ: Daha çok dış görünüşle ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteğinde olan kişi. Bu sözcük kişideki transvestizmi ifade eder. Halk arasında travesti dendiğinde daha çok kadın giyimindeki/davranışındaki erkekler akla gelse de travesti kelimesi aslında hem erkek hem de kadın için geçerlidir; yani erkek giyimindeki/davranışındaki kadınlar için de kullanılır.


 


TRANSSEKSÜEL: Kendisini karşı cinsten biri olarak tanımlayan kişidir. Hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Ancak transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Bu yüzden transseksüel bireyleri dış görünüşlerinden belirlemek söz konusu değildir. Çünkü bireyler, kendilerini karşı cinsten hissettiklerini dış görünüşlerine her zaman yansıtmazlar. Transseksüellik cinsiyete dair kimliği ifade eder; bireylerin cinsel yönelimi ile alakası yoktur. Transseksüel bir birey, heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olabilir. *Halk arasında travesti, ameliyatla kadın olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla kadın kimliğine bürünenleri; transseksüel ise giyim ve davranışlardan öte ameliyatla kadın olanları tanımlamak için kullanılan yerleşmiş kelimelerdir. Oysa her iki cinsiyet için de geçerli olmak üzere, kişinin cinsiyet geçişi ameliyatı olması ya da olmaması tanımlamalarda belirleyici özellik olmamalıdır. Kişinin kendisini nasıl hissettiği üzerinden getirdiği tanımlamanın esas alınması gerekir.


TRANSGENDER: Herhangi bir cerrahi müdahale geçirmiş yada geçirmemiş kadın veya erkeklerden biyolojik cinsiyetine ve görünümüne bir şekilde müdahale edenlerin tamamını kapsayacak şekilde, İngilizce bir tanımlama olup Türkçe ’deki travesti ve transseksüel tanımlamalarının ikisini de kapsar. İngilizcede LGBT kısaltmasındaki T’dir. Yurtdışında yaygın olarak kullanılmakla birlikte ülkemizde bu terim çok fazla yaygınlık kazanmamıştır.


HETEROSEKSİZM: Heteroseksüelliğin yegâne cinsel yönelim olduğunu ileri süren, diğer cinsel yönelimleri yok sayan, baskılayan ya da aşağılayan ideolojidir. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir.


Heteroseksizm, Gordan’ın sosyoloji sözlüğündeki tanıma göre, ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksü-elliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada hete-11roseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terimdir. Heteroseksizm tek başına eşcinsellik karşısında konumlanan bir durum değildir.


HETERONORMATİVİTE: Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görülmesi, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edilmesidir. İnsanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmasını; cinsel ilişkilerin/evliliklerin sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu iddia eden inançlar, düşünceler, normlar bütünüdür.


HOMOFOBİ: Genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanır. Homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret eder. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin ve biseksüellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir. Homofobik ideoloji kendiliğinden 12kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağlam içinde oluşur. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizm(cinsiyetçilik) bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünür. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir uzantısıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline gelir.


TRANSFOBİ: Travesti ve transseksüellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Biyolojik cinsiyetinden dolayı kendisinden beklenen seksüel ve toplumsal rollere uymayarak cinsiyet değiştirenlere karşı bir tür kaygı ve korku ifadesidir.


 


KAOSGL: Kaos GL grubu kurulduğundan itibaren Kaos GL dergisini çıkarmakta olan bir LGBTİ derneğidir. . Eylül 2000 tarihinden beri de Kaos Kültür Merkezi’nde kültürel etkinlikler, toplantılar, film gösterimleri düzenlemekte olup ilk LGBT kütüphanesini de oluşturmuştur. Ayrıca sosyal hizmetlerden psikolojiye, hukuktan mülteci alanına kadar birçok konuda danışmanlık ve hizmet vermektedir. 2006 yılından beri Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşmayı organize eden Kaos GL Balkan, Kafkas ve Orta doğu ülkelerinde çalışma yürüten yerel homofobi karşıtı örgütlerin tecrübe paylaşımı ve bir arada mücadele çatısı Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ çalışmasının da kurucusu ve örgütleyicisidir. 


 


SPoD: Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği veya kısa adıyla SPoD, 21 Eylül 2011 tarihinden itibaren Beyoğlu'nda bulunan dernek merkezinin kurulmasıyla birlikte çalışmalarına başlamış, Türkiye'de toplumun her alanında yaşanan ve özelde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli şiddet, baskı, sosyal dışlanma ve ayrımcılığa karşı mücadele eden bir LGBT derneğidir. Dernek yeni kurulmasına karşın, Türkiye'de LGBTİQ+ bireylere yönelik nefret suçu ve nefret cinayeti örneğini taşıyan birçok davanın savunuculuğunu üstlenmiştir.


TRANS-X TURKEY: Trans X Türkiye, Türkiye’deki trans bireyler hakkında ve onların haklarını desteklemek için oluşturulan bir internet portalıdır. Bu portal trans bakış açısı ile geliştirilmiştir ve trans bireyler tarafından gerçekleştirilecektir.

İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği, Trans X Projesi'nin ana partnerlerinden birisidir.


LİSTAG: Lezbiyen Gey Biseksüel Trans İnterseks Bireylerin Aileleri ve Yakınları Derneği veya kısaca LİSTAG, LGBT bireylerin aile ve yakınlarına destek olmak için kurulmuş bir dernektir. Grup düzenli olarak toplantılar yapmakta, LGBTİQ+ bireylerin yakınlarını buluşturmakta, onların ve toplumun LGBTİQ+ ve homofobi konusunda bilgilenmesi ve bilinçlenmesi yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır.


İSTANBUL LGBTT: Transların haklarını gözeten ve onlara psikolojik manevi yardım yapmayı amaçlayan trans sığınma evleri açan bir sosyal yardım derneği.


 

 


HAZIRLAYAN


 


Büşra Saltan


Derya Şahin


Ezgi Öztürk


Yusuf Engin


 


 


 


 


KAYNAKÇA


 


ŞAHİN Salih, (2015) Çalışma ve Sosyal Güvenlik İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015.


           


ŞAHİN Salih, (2015) İçişleri Bakanlığı İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015


.


YALÇIN Sezen, ŞAPKA Deniz, AKIN Mehmet, EKİNCİ Sultan, (2014), Yerel Siyasette LGBTİ Hakları, Cansu Atlay, 1, SPoD, İstanbul, 2014.


 


KARSAY Dodo, (2015), Trans Aktivistler İçin BM Savunuculuğu El Kitabı, Emirhan Deniz Çelebi, 1, Ayrıntı Basım Evi, Ankara, 2017.


 


http://www.kaosgldernegi.org/belge.php?id=sozluk


 


http://2015.ses.org.tr/wp-content/uploads/ses_lgbti.pdf


 


https://www.evrensel.net/haber/254155/calisma-hayatinda-lgbti-gerceginin-farkina-varmak


 


http://www.spod.org.tr/turkce/biz-kimiz/


 


http://www.istanbullgbti.org/lgbtt/


 


https://listag.org/


 


 


 





[1] Mahlas kullanılmıştır.



Yayınlanma: 24.02.2022 12:24

Son Güncelleme: 07.07.2022 11:02

Psikolog

Ezgi

ÖZTÜRK

Uzman Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Depresyon ve Mutsuzluk , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.Depresyon Belirtisi Olabilir mi?Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir: • En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali • Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma • Sabah yataktan kalkmada güçlük • Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı • Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü • Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma • İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler • Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları • Ölüm ya da intihar düşünceleriBu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.Her İsteksizlik Depresyon Anlamına GelmezBununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey; • Yoğun iş ve yaşam stresi • Tükenmişlik sendromu • Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri • Uzun süreli fiziksel yorgunluk • Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz) • Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.Ne Zaman Yardım Alınmalı?İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.Terapi Süreci Neyi Değiştirir?Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.Duyguları Bastırmak Yerine AnlamlandırmakToplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir AdımdırDestek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.Unutmayın:Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı ÖnerilerGünlük rutine küçük adımlarla geri dönün:Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.Kendinize karşı nazik olun:Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.Duygularınızı yazıya dökün:Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.Gerçekçi hedefler belirleyin:Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.Elif SEÇİLMİŞUzman Klinik Psikolog

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Analizi

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Nedenlerin Derinlemesine AnaliziEşler arası aldatma ve aldatılma, insan ilişkilerinin en karmaşık ve duygusal açıdan sarsıcı konularından biridir. Bu durum, yalnızca bireylerin özel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı ve bireylerin ruhsal sağlığını derinden etkiler. Psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde önemli roller oynar. Bu makalede, bilimsel olarak kabul edilen nedenleri ele alarak, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın uzman görüşlerinden de faydalanarak konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.Psikolojik Nedenler: Zihnin ve Duyguların KarmaşasıAldatma ve aldatılma, bireylerin iç dünyasında derin izler bırakan psikolojik süreçlerle yakından ilişkilidir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan, aldatmanın genellikle bireyin duygusal tatminsizlik, özgüven eksikliği ve bağlanma sorunlarından kaynaklandığını belirtmektedir. Psikolojik açıdan, aldatma eylemi, bireyin kendi iç dünyasındaki boşlukları doldurma çabasının bir yansıması olabilir. Örneğin, depresyon veya anksiyete gibi ruhsal sorunlar, bireyi sağlıklı olmayan davranışlara yöneltebilir. Araştırmalar, narsisistik veya borderline kişilik özelliklerine sahip bireylerin aldatmaya daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bu kişiler, genellikle kendilerini değerli hissetme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı karşılamak için partnerleri dışında başka ilişkiler arayabilirler. Ayrıca, çocukluk döneminde yaşanan travmalar veya güvensiz bağlanma stilleri, bireylerin yetişkinlikte sadakatsiz davranışlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.Aldatılma ise, aldatılan bireyde güvensizlik, değersizlik hissi ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ciddi psikolojik etkilere yol açabilir. Hidayet Çalışkan, aldatılan bireylerin sıklıkla “Yaşadığımız her şey yalan mıydı?” sorusuyla boğuştuğunu ve bu durumun özsaygı kaybına neden olduğunu ifade eder. Aldatma sonrası bireyler, partnerlerini başka biriyle kıyaslama, öfke, utanç ve kendine acıma gibi duygular yaşayabilir. Bu süreçte, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın önerdiği gibi, çift terapisi ve bireysel terapi, bu duygusal yaraları iyileştirmek için etkili bir yöntem olabilir. Terapi, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmelerine ve duygusal dengelerini sağlamalarına yardımcı olur.Sosyal Nedenler: Toplumun ve Kültürün EtkisiAldatma ve aldatılma, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir olgudur. Toplumun tek eşliliğe verdiği önem, aldatmayı bir ihanet olarak tanımlasa da, sosyal medya ve popüler kültür, aldatmayı dolaylı yoldan özendirebilir. Örneğin, sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin yeni insanlarla tanışma fırsatını artırarak aldatma eğilimini güçlendirmiştir. Hidayet Çalışkan, sosyal medyanın, bireylerin partnerleri dışında duygusal veya cinsel bağlar kurmasını kolaylaştırdığını vurgular. Özellikle iş yerinde sosyalleşme, aldatma vakalarının önemli bir kısmını oluşturur; araştırmalar, aldatmaların en az %50’sinin iş arkadaşlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir.Cinsiyet rolleri de aldatma davranışını etkiler. Geleneksel olarak, erkeklerin cinsel aldatmaya, kadınların ise duygusal aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülse de, modern toplumda bu farklar azalmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması ve iş hayatında daha aktif rol alması, aldatma oranlarının cinsiyetler arasında eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Hidayet Çalışkan, bu değişimin, kadınların artık duygusal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için partnerlerine bağımlı olmamasından kaynaklandığını belirtir. Toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümü, aldatma ve aldatılma dinamiklerini yeniden şekillendirmiştir. Ayrıca, kültürel farklılıklar da aldatma davranışını etkiler; bazı toplumlarda aldatma daha az tolere edilirken, bazılarında daha kabul edilebilir görülür.Ekonomik Nedenler: Maddi Güç ve Statü ArayışıEkonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde göz ardı edilemeyecek bir rol oynar. Maddi güç ve statü, özellikle kadınların partner seçiminde önemli bir kriterdir. Hidayet Çalışkan, ekonomik bağımsızlığın artmasıyla birlikte, kadınların eşlerini statü açısından değerlendirme eğiliminin güçlendiğini ifade eder. Örneğin, bir kadın, eşinin sosyal veya ekonomik statüsünün kendi beklentilerinin altında kaldığını düşünürse, daha yüksek statülü bir partner arayışına girebilir. Bu durum, özellikle iş hayatında aktif olan kadınlar arasında yaygındır.Erkekler için ise ekonomik baskılar, aldatma eğilimini tetikleyebilir. Örneğin, maddi sorunlar nedeniyle kendini yetersiz hisseden bir erkek, özgüvenini başka bir ilişkide arayabilir. Araştırmalar, ekonomik stresin çiftler arasındaki duygusal bağları zayıflatarak aldatmayı kolaylaştırdığını göstermektedir. Hidayet Çalışkan, ekonomik sorunların çiftler arasında iletişimi bozabileceğini ve bu durumun aldatmaya zemin hazırlayabileceğini vurgular. Ekonomik istikrar, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir. Finansal sorunlar, çiftlerin birbirine olan güvenini zedeleyebilir ve duygusal uzaklaşmaya yol açabilir.Aldatma ve Aldatılmanın SonuçlarıAldatma, hem aldatan hem de aldatılan bireyde derin duygusal yaralar bırakır. Aldatan bireyler, suçluluk, utanç ve kaybetme korkusu gibi duygularla mücadele ederken, aldatılan bireyler güvensizlik, öfke ve travma ile karşı karşıya kalır. Ancak, aldatma her zaman ilişkinin sonu anlamına gelmez. Hidayet Çalışkan, çiftlerin bu süreçte profesyonel destek alarak ilişkilerini yeniden yapılandırabileceğini ve hatta daha güçlü bir bağ kurabileceğini belirtir. Çift terapisi, aldatma sonrası güveni yeniden inşa etmek ve iletişimi güçlendirmek için etkili bir yöntemdir. Ayrıca, bireysel terapi, aldatılan bireyin özsaygısını yeniden kazanmasına ve travmayı işlemesine yardımcı olabilir.Sonuç: Çok Boyutlu Bir SorunEşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.Eşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.