1. Uzman
  2. Tayfun AKGÜN
  3. Blog Yazıları
  4. Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:

  • Bu gerçek olamaz...
  • Bunu hak etmedim...
  • Böyle olmamalıydı...

İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.

“Bu böyle olmamalıydı…”

Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…

Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.

Kabullenmek, pes etmek değildir!

Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.

Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.

Peki, neden bu kadar zor?

Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.

Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.

Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.

Unutulmamalıdır ki:

Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…

Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.

Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.

Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.

Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.

Terapi bu noktada ne sağlar?

İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.

Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.

Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.

Belki de ilk adım sadece fark etmektir...

Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”

Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.

Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)


Yayınlanma: 01.08.2025 19:05

Son Güncelleme: 01.08.2025 19:05

#psikoloji#kabullenmek#terapi#depresyon#güven
Psikolog

Tayfun

AKGÜN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Depresif Bozukluklar, Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1000
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Söylesem tesiri yok, Sussam gönül razı değil

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil|Şeyda Sultan ZENGİNOrtaokula başlayan kızına güzel bir öğüt vermek isteyen anne, kızını karşısına alır ve der:“Kelimelerini başkalarının canını yakmak, küçük düşürmek, iftira etmek ve yaralamak için kullanma fırsatın olacak. Aynı zamanda kelimelerini başkalarını iyileştirmek, yüreklendirmek, ilham vermek ve sevmek için de kullanma şansın olacak. Bazen yanlış seçim yapacaksın… Kelimelerini özenle kullan Breonna. Diğerleri kelimelerini yanlış kullandıklarında sen sözlerini koru. Her sabah, ağzından hayat veren kelimelerin çıkacağı sözü ver kendine… Nezaketi ve şefkatiyle bilinen biri ol. Hayatını, buna aşırı ihtiyaç duyan bir dünyaya hayat vermek için kullan. İyiliği seçtiğin için asla, ama asla pişmanlık duymayacaksın.”Ne güzel bir öğüt... Kelimeler ki, kimi zaman göklere çıkartır seni, kimi zaman yerle yeksân eder. Atalarımızın dediği gibi; “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı!”İşte bu yüzden kime karşı olursa olsun kullandığımız kelimeler bizim seviyemizi belirler. Kimi zaman da suskunluklarımız seviyemizi belirler. İnsan sadece bilmediğinden susmaz, bildiğinden de susar. Edep bilir susar, saygı bilir susar, hak bilir susar, sevgi bilir susar, hatır bilir susar... Bazen de konuşsa bile birşeyin değişmeyeceğini bilir susar... Ve onların yerine melekler konuşur cevap verir.Rivayet edilir ki; Peygamber Efendimiz (asm) birkaç sahabesi ile birlikte sohbet etmekteydi. Arsız bir adam geldi ve Hazret-i Ebu Bekir’in yüzüne karşı lâf atmaya ve hakaret etmeye başladı. Hazret-i Ebu Bekir başlangıçta çok sabretti, cevap vermedi. Fakat adam susmak bilmeyince Hazret-i Peygamber’in de (asm) yanında bu kadar arsızlığı Hazret-i Ebu Bekir’i kızdırdı. Nihayet sabredemedi ve adamın lâflarını iade etmeye ve adama karşılık vermeye başladı. Peygamber Efendimiz de (asm) kalkıp yürüdü ve onları terk etti.Yanlış yaptığını anlayan Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Peygamberin (asm) ardı sıra koştu ve Peygamber Efendimiz’den (asm) özür diledi.Peygamber Efendimiz (asm): “Sen sabrettiğin sürece bir melek sana duâ ediyor, adama cevap veriyordu. Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti şeytan geldi. Ben şeytanın bulunduğu mecliste bulunmam.” buyurdu.Buradaki ölçüt, şu âyetin ölçütüyle aynı olsa gerek: “Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Sûresi, 72.)Konuşmak ise, uygun muhatabına ve yerli yerinde yapılmalı.. İşte imtihan da burada. İnsan nefsine söz geçirebilse zaten uygun yerde susacak, uygun yerde konuşacak. Peki hangisi daha çok pişmanlık getiriyor, susman gereken yerde konuşman mı, konuşman gereken yerde susman mı?Bazı güzel sözlere bakalım:• Lâ Edri - Sustuğun hiçbir cümleden, konuştuğun kadar pişman olmazsın.• Mehmet Âkif - Konuşmak bir mana ise, susmak binbir mana. Herkes konuşmasına konuşur, lâkin sükût yürekli olana!.”• Lokman - Söz gümüş ise sükût altındır.• Calvin Coleridge - Söylemediğim şeylerin hiçbiri, bana zarar vermedi.• Confucius - Susmak, insanı ele vermeyen sadık bir arkadaştır.• Confucius - Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan ise çok sık pişman olunur.• Mevlânâ - Kargalar ötmeye başlayınca, bülbüller susar.• Goethe - Konuşmak ihtiyaç olabilir, ama susmak bir sanat’tır.• Hz. Ömer - Esenlik ve huzur on kısımsa, dokuzu susmaktır.• Özdemir Asaf - Konuşmak küçülür, küçülürse adı değişir susmak olur. Ağlamak büyür, büyürse adı değişir susmak olur...• Fuzuli - Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.Evet söylenince tesir olmayacaksa, nefse inat susmak gerekir. Maharet de burada işte. Gönül ehli olmak kolay değil. Bırakın kalp kırmak konuşanlara münhasır olsun, biz gönül ehli olalım...

Stres

Stres, günlük yaşamda karşılaşılan olayların, insan ilişkilerindeki baskının sonucu hissedilen sıkıntı ya da zorlanma durumudur (Newbury-Birch ve Kamali,2001) . Stres, bireyin kendisini tedirgin hissetmekten çok heyecanlı hissettiği ve çözülmesi gereken bir sorun şekli olarak durumu olumlu şekilde algıladığı pozitif özelliklere sahip olabilmesine rağmen, fiziksel ve psikolojik iyi oluşun yanısıra, yaşam kalitesine karşı bir tehdit oluşturduğu şeklinde betimlenmektedir (Duman, 2016) . Stres karmaşık bir konudur ama genelde bir bireyin çevresel gerilimlere, çatışmalara, baskılara ve benzer uyaranlara verdiği tepkiden kaynaklanan fiziksel, zihinsel ya da duygusal bir reaksiyon olarak tanımlanmaktadır (Newbury-Birch ve Kamali, 2001). Stres, bireyin yaşadığı anla, istediği yaşam arasındaki farka gösterdiği tepki olabilir. Ayrıca stres,tehdit ve istenmedik olarak algılanan uyaranlara ve olaylara karşı bireyin gösterdiği fiziksel ve psikolojik tepkilerdir (Madenoğlu, 2010; akt. Duman,2016). “DSM-5 tanı ölçütleri ve klinisyenler için DSM-5”e göre ise, stres;anksiyete,gelişimsel ya da uyum bozukluğu şeklinde sıralanan belirli tanıları içerir. Semptomların kendini göstermesinde, bireyin geçmişteki travmatik ya da stres yaratan bir yaşantısının tamamen olmasa da etkin rol alması gerekir. Stres yaşantısı, iç ve dış ortamdan kaynaklanan etkenlerin, birey tarafından tehdit edici ya da zararlı olarak değerlendirilmesi sonucunda, bedensel ve psikolojik boyutlarda ortaya çıkan aşırı uyarılma halidir. Maraşlı’ya (2005) göre stres, çevrenin beklentileri ile kişinin yapabileceği şeyler arasında dengesizlik olduğunda ortaya çıkar. Kişi başlangıçta strese karşı atağa geçer, daha sonra direnir ve sonunda tükenmişlik duygusu ile stres ciddi boyutlara ulaşabilir. Stres,iyi oluşu tehdit eden bir olgudur. Stres, organizmada psikolojik ve biyolojik değişimlere yol açan, organizmanın çevrenin beklentilerine yönelik uyum kapasitesini aştığında da ortaya çıkan bir süreçtir (Abdel Wahed ve Hassan,2016). Stres yaratan bir durumdan bahsederken, o durumdan çok bireyin o durumu nasıl algıladığını ve yorumladığını, kullandığı savunma mekanizmalarını ve stresle başa çıkma becerilerini göz önünde bulundurmak gerekir (Aydın ve İmamoğlu,2001). Stresin nedenleri arasında ise şunlar vardır (Aydın,2010): 1. Kontrol edilebilirlik 2. Yordanabilirlik 3. Sınırların zorlanması, baskı 4. İçsel çatışma 5. Engellenme 6. Tehdit 7. Değişme Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya çıkan bir durumdur. Stres, onu zihninde taşıyan kişiye aittir. Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, insanın olana nasıl tepki verdiğine bağlı olarak ortaya çıkar (Gibbons, 2012) . Stres endişe,gerginlik, çatışma, duygusal çöküntü, ağır dış şartlar, benlik tehdidi,engellenme, güvenliğin tehdidi, uyarılma vs. terimler yerine kullanılmaktadır(Baltaş ve Baltaş, 2012). Stres, akla ve bedene zarar veren aşırı uyarılmanın bir sonucu olabilir (Schafer 1992, s.14; akt. Gibbons, 2012). Stres yaşayan bireyde baş ağrısı, yüksek tansiyon, sindirim sorunları, nefes almada güçlük, aşırı terleme gibi fiziksel belirtiler görülebilir. Stresli bir birey, kaygılı olabilir,kendini öfkeli, gergin, keyifsiz, alıngan hissedebilir, bir şeye odaklanmada zorlanabilir, karamsar olabilir, bir şeye karar vermede güçlük yaşayabilir,bireyde düzensiz yemek yeme ve uyuma durumu olabilir (Demir,2014). İnsanların stresli veya zor durumlarla karşılaştıklarında kullandıkları iki temel başa çıkma stratejisi vardır. Problem odaklı başa çıkma, kişinin stresli durumu tanımladığı ve bunun üstesinden gelmek için etkin adımlar attığı stratejidir. Duygu odaklı başa çıkmada ise, kişi durumla uğraşmak veya durumu değiştirmekten çok durumu çevreleyen duygularla uğraşmaya odaklanma eğilimindedir (Hefferon ve Boniwell, 2014) . Duygu odaklı başa çıkma,başkalarına yönelme ve sosyal destek arayışı içinde olmayı içerir. Bu tür başa çıkma, kişinin mevcut durumu görmezden gelmesini ve problem çözmek adına herhangi bir etkileşimden kaçınmasını içerir (Hefferon ve Boniwell, 2014) .Üstelik temel yaşam stresörleri özellikle kişilerarası stres ve sosyal reddetme depresyon için en güçlü sorunlardır. Depresyonla ilgili birçok kuramın merkezinde stres, bozukluk riskini arttıran bilişsel ve biyolojik süreçleri başlattığı görüşü vardır (Blatt, 2004). Bu kuramlarla tutarlı olarak, temel stresli yaşam olayları depresyonun en önemli belirleyicilerindendir (Kendler,Karkowski, ve Prescott, 1999; Kessler, 1997). Sosyal reddi de kapsayan bazıyaşam olayları majör depresif bozukluk riskini %21.6 arttırmaktadır (Kendler vediğ., 2003; akt. Slavich ve Irwin,2014). Kişilerarası stres, romantik ilişki kurulan insanlarla, akranlarla, aileyleproblemler olarak adlandırılırken, kişilerarası olmayan stres genelde mesleki,akademik ya da sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilir (Shortt ve diğ., 2013).Kişilerarası stres, genç bireylerin aileden ayrı bireyselleştiği ve yeni sosyal destek ağları oluşturmaya çalıştığı ergenlikten yetişkinliğe geçiş sürecinde özellikle şiddetli olabilir. Stresli yaşam olayları sınırlı bir zaman zarfında meydana gelen ayrı ve psikolojik olarak endişe verici yaşantılar olarak kavramsallaştırılmaktadır (Sheets ve Craighead, 2014). Stresle başa çıkmanın ise üç temel amacı vardır (Yaşar, 2008; akt. Duman, 2016): • Kısa vadede: stresi her yönüyle öğrenerek strese karşı etkin davranmak amacıyla izlenecek bütün yöntem ve kuralları öğrenmek. • Orta vadede: stresin zararlarını ve nedenlerini öğrenerek stresin belirtilerinin önceden farkına vararak stresin zararlı yönlerinin etkilemeyeceği bir yaşam biçimi şekillendirmek, stresin olumlu yönlerini gerektiği yerde kullanabilmek. • Uzun vadede: Stresin kontrol altına alındığı, huzur dolu, sağlıklı, düzen içerisinde ve verimli bir yaşam sürebilmek.Ayrıca stres; bireyin çevreye uyum göstermesi içsel ve dışsal unsurlarca zor halegetirilirse, birey fiziksel ve psikolojik sınırının üstünde çabalamaya başladığındasergilediği tepkidir. Ayrıca, stres bireyin beklemediği anda ortaya çıkan ve kriz yaratan bir olaydır (Erdoğan, 2015). Problemler ise, tamamlanmamış çözümlerdir. Stres altındaki birey problem olarak algıladığı bir durumun farkına varabilir ve onunla ilgilenebilir ancak bu yeterli olmayan bir çözümdür. Çözüm odaklı yaklaşım, bireylerin problemlerine çözüm olabilecek işaretlerin izini sürer(O’Connell, 2004). Dolayısıyla, çözüm odaklı düşünce biçimini edinen, yapıcı bir şekilde olumsuzluklardan sıyrılıp olumluya yönelebilen bir birey yaşadığı strese hakim olabilir.
Yasin KÖKMEN 06.06.2021

Romantik İlişkilerdeki Temel Gereksinimler

Romantik ilişkilerde birtakım ortak temel gereksinimlerden söz edebiliriz. Bu gereksinimlerin karşılandığı ilişkiler, daha sağlıklı ilişkileri temsil eder. İlişkilerde partnerin duygusal gereksinimlerinin karşılanması ve duygunun ifadesi en önemli temel noktadır. Partnerler bu gereksinimlerin karşılanması için çaba harcamalı; ayrıca zorlandıkları durumlarda açık iletişim yolunu tercih etmelidir. Gereksinimlere şöyle bir bakalım:1) SevgiSevmek ve sevildiğini hissetmek, romantik bir ilişkinin sürdürülmesi için temel öğedir. Çorbadaki sudur, yani ilişkilerin olmazsa olmazıdır. Çünkü bireyler bu gereksinimleri nedeniyle romantik bir ilişki yaşarlar. Sevildiğinin partnere sık sık hatırlatılması, yani sözel olarak dile getirilmesi tutkunun korunması açısından önemlidir. Sevgiyi ifade etmek için, tanımlı bir zaman dilimi olmamalıdır. Hatta beklenmedik zamanlarda sevginin ifade edilmesi, ilişkilere heyecan katar, tutkunun korunmasına yardımcı olur. Öte yandan; sevmenin davranışa yansıtılması da oldukça önemlidir. Davranışla ifade çeliştiğinde, davranışa odaklanılır. Yani bir kişi "seviyorum" diye ifade ettiği bir kişiye sevmenin gerektirdiği bir biçimde davranmıyorsa yeterince ikna edici olmaz. Sevginin doya doya hissettirildiği ilişkilerde, tek başına yeterli olmasa bile tolerans gösterme, uyumlu davranma, anlayışlı olma gibi davranışların daha yüksek olması beklenebilir.2) SaygıPartnerler birbirlerinin değerlerine, tercihlerine ve isteklerine saygılı olmalıdır. Bir elmanın yarısı olmaya çabalamak yerine, iki ayrı elma olarak aynı sepette olmayı yeğlemelidir. Partnerler her konuda aynı fikirde olmak zorunda değildir, aynı tarafta olmak zorunda değildir. Bu noktada, birbirlerinin hobilerine yalnızca yanlarında kalarak bile eşlik edebilir, farklı görüşleri konusunda ikna etme çabasına girmemeyi tercih edebilirler. Aynı zamanda, partnerler ben olurken yani kendi prensipleri ölçüsünde bireysel ihtiyaçlarını karşılarken, partnerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı da ihmal etmemelidir. Çünkü diğerinin de prensipleri ve bu bağlamda farklı bir bakış açısı olabilir. Bu bağlamda, bireysel bakış açısından ziyade ilişkideki ortak payda üzerinde yoğunlaşılmalıdır; partnerler ilişkinin çıkarı doğrultusunda esnek olabilmelidir. Yani ben olmak, biz olmaya zarar vermemelidir. Bu noktada, ortak bir noktada uzlaşı sağlanabilir.3) SadakatGüven bir ilişkinin yapı taşıdır, kurulu bir evin kilididir, bir bankanın kasasıdır. Güvenin yitirildiği ilişkileri yeniden inşa etmek, kasası olmayan bir bankayı yeniden kurmak, hırsız girilip her şeyi yiten bir evi restore etmek gibidir. Emek ister, çaba ister. Kimi zaman geri dönülmez elvedalara sebep olur. O nedenle güveni ve sadakati korumak oldukça önemlidir.4)Değerli HissetmeRomantik ilişkilerimizi, hayatımızı zorlaştırsınlar ve bize kendimizi daha yetersiz hissettirsinler diye yaşamayız. Aksine; daha değerli hissetmek isteriz. Yıkıcı eleştiriler yapmak, değersiz hissettirebilir. Bu nedenle gerekli olmadıkça eleştirilerin olmaması, "Yapamazsın, başaramazsın." gibi özgüveni zedeleyici ifadelerde bulunulmaması, "Sen zaten ....... birisin." gibi etiketlemelerde bulunulmaması önerilebilir.Bu noktada kendinize sormanız gereken önemli sorular şunlar olabilir:-İlişkiye başlamadan önce kendime ne kadar değer veriyordum, şu anki ilişkim süresince kendime ne kadar değer veriyorum?-İlişkim sonrasında kendimi öncesinde tanımladığım özellikler daha negatif olmaya mı başladı?-İlişki sonrasında psikolojik sorunlarım olduğunu düşünmeye başladım mı?-İlişkiye başladıktan sonra kendimi daha güzel ya da daha çirkin, nasıl algılıyorum?-İlişkim kendimle ilgili yeterlilik düşüncemi etkiledi mi?-İlişkim sonrasında mantıksız duygulara sahip olduğumu fark etmeye başladım mı?-İlişkim sonrasında tek başıma yeterliliğimin olduğunu düşündüğüm işleri, ilişkim varken tek başıma yapmaya cesaret edebiliyor muyum?5)Doğru İletişim KurmakBireylerin kendilerini ifade ederken "ben dili" ni kullanmaları doğru iletişimde oldukça önemlidir. Romantik ilişkilerdeki en önemli odak duygudur. Bu nedenle, bireylerin nasıl hissettiklerini ifade etmeleri ve bunu durumlarla ilişkilendirmeleri önemlidir. Yanı sıra, etkin dinlemek de oldukça önemlidir. Bazen partnerler birbirlerini yeterince tanıdıklarını düşünerek, kısaca dinlemekte ve partnerinin aslında ne demek istediğini gözardı edebilmektedir. Partnerler arası açık iletişim oldukça önemlidir. Sizin ifade etmediğiniz bir şeyi partnerinizin tahmin etmesini beklemeniz oldukça işlevsizdir. Yalnızca soğuk davranmak, sessiz kalmak, öfkelenip kin beslemek ya da trip atmak; hem kendiniz hem partneriniz için hayatı daha zor hale getirir. Kolayca çözüme kavuşturabileceğiniz birçok konuyu, hiç açmayarak mutlu olamazsınız. İlişkisinde mutlu olmayı isteyen her birey, mutluluğun diğer ucunun kendine uzandığını unutmamalı.6) RomantizmTutkunun küçük heyecanlarla buluşturulduğu nokta, romantizmdir diyebiliriz. Romantik ilişkinizin devamı süresince gündelik rutininizin dışına çıkarak, partnerinize beklemeyeceği sevgi sunumları yapabilirsiniz. Bir gün hiç beklemediği bir yere, onu sevdiğinizi ifade eden bir not bırakabilir; beklemediği bir zaman diliminde sevginizi ifade eden bir mesaj atabilir, hediye alabilirsiniz. Burada önemli olan, beklenmedik olmasıdır. 7) Doğru CinsellikCinselliğin kadın ve erkeğin ideal cinselliğe yönelik düşünceleri çerçevesinde organize edilmesi önemlidir. Her cinsellik doğru değildir. Partnerinizin fantezilerine karşılık vermek önemlidir. Bu bağlamda, taleplerin dile getirilmesi ve açık iletişim de önemlidir. Kadınlar için cinsellik bir sabah erkenden başlar; sabahtan geceye kadar söylenilen güzel sözler, iltifatlar ve sevgi ifadeleri kadını uyarır. Kadınlar, partnerinin onu arzuladığını gözlerinden anlamak ister. Partnerinin onu arzuladığını ve sevildiğini hissetmesi uyarılması için önemlidir. Erkeklerse, görsellik odaklıdır. O nedenle partnerin görünümüne ve bakımına özen göstermesi önemlidir. Hoş kokulardan hoşlanırlar. Partnerlerin cinsellik konusundaki farklılıklarını bilmeleri, anlayış kazandırır. Örneğin; cinsellik sonrası kadınlar oksitosin hormonu salgılar ve daha çok temas kurmak, sarılmak ister. Erkekler ise östrojen hormonu salgıladığı ve testesteron düzeyleri düştüğü için temas kurmaktan kaçınır. Partnerlerin bunu bilerek ortak bir noktada anlaşabilmesi ve anlayış gösterebilmesi önemlidir.Sizin romantik ilişkiniz bu unsurlardan hangilerini, ne kadar kapsıyor? Hangi unsurlar üzerinde çalışmalı , geliştirmelisiniz? İlişkinizde yanlış giden şeyler nelerdir ve bunları düzeltmek adına neler yapabilirsiniz? Değerlendirmeli ve uygun noktalarda harekete geçilmeli diyebiliriz.Harekete geçmek doğrultusunda profesyonel destek almak isterseniz, iletişime geçerek randevu oluşturabiliriz.Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle,Uzm. Psk. Özge ENGİN
Özge ENGİN 24.04.2021