1. Uzman
  2. Melike EREN
  3. Blog Yazıları
  4. Narrative (Öyküsel) Terapi Nedir?

Narrative (Öyküsel) Terapi Nedir?

Narrative (öyküsel) terapi, insanları kendi yaşamlarının uzmanları olarak merkezine alan, saygılı ve suçlamadan uzak bir danışmanlık ve toplumsal çalışma yaklaşımıdır. Sorunları insanlardan ayrı bir şey olarak görür ve insanların yaşamlarında sorunların etkisini azaltmalarına yardımcı olacak birçok beceri, yetenek, inanç, değer, taahhüt ve yetenekleri olduğunu varsayar.


Temel felsefesi: "Kişi, problem değildir. Problem, problemdir."dir.


Terapistin temel hedefleri her zaman meraklı bir tutum sergilemek ve gerçekten danışanın bilmediği, üzerine düşünmediği sorular sormaktır. Bu prensipler, aynı zamanda narrative terapinin fikirlerini, tutumunu, tonunu, değerlerini, taahhütlerini ve inançlarını şekillendirir.


Konuşma Olanakları


Danışanlarımızla bir araya geldiğimizde, bazen konuşmanın yönlerini bir yolculuktaki yollar gibi düşünürüz. Seçilecek birçok yol, kavşak, kesişim noktası ve patika vardır. Her adımda yeni ve farklı bir kavşak veya kesişim noktası ortaya çıkar – ileri, geri, sağa, sola, çapraz, farklı derecelerde. Danışanla birlikte attığımız her adım, daha fazla olasılığın açılmasına neden olur. Nereye gideceğimize ve neleri geride bırakacağımıza karar verebiliriz. Her zaman farklı bir yola girebilir, adımlarımızı geriye doğru döndürebilir, bir patikayı tekrar edebilir veya bir süre aynı yolda kalabiliriz. Yolculuğun başında nereye varacağımızdan veya neyin keşfedileceğinden emin değiliz.


Bir narrative terapistin sorduğu her soru, bir yolculukta atılan bir adımdır. Tüm yollar seçilebilir, bazı yollar seçilebilir ya da bir süre bir yolda ilerleyip sonra başka bir yola geçilebilir. Gidilecek “doğru” bir yol yoktur – yalnızca seçilebilecek birçok olası yön vardır.


Danışanla İş Birliği


Önemle belirtmek gerekir ki, danışan, yolculuğun yönünü belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Narratif konuşmalar etkileşimlidir ve her zaman danışanlarla iş birliği içinde yürütülür. Terapist, danışanlarının ilgisini anlamaya çalışır ve yolculuğun onların tercihlerine uygun olup olmadığını araştırır. Örneğin, bir narratif terapistin sıklıkla sorduğu soruları duyabilirsiniz:


- Bu konuşma sizin için nasıl gidiyor?

- Bunun üzerine konuşmaya devam mı edelim yoksa … hakkında daha fazla konuşmak mı istersiniz?

- Bu ilginizi çekiyor mu? Zamanımızı bunun üzerinde mi geçirmeliyiz?

- Bunun hakkında daha fazla soru sormamı mı yoksa X, Y veya Z’ye odaklanmamı mı istersiniz? [X, Y, Z diğer seçeneklerdir]


Bu şekilde, narratif konuşmalar danışanların ilgileri doğrultusunda yönlendirilir ve şekillendirilir.


Narratif Terapi ve Hikaye Anlayışı


Narratif terapi, bazen “yeniden yazma” veya “yeniden öyküleme” olarak adlandırılan konuşmaları içerir. Bu yaklaşımda, hikayeler, terapinin merkezinde yer alır. Herkesin “hikaye” kelimesiyle farklı çağrışımları ve anlamları vardır. Ancak narratif terapistler için hikayeler, olayların belirli bir sırayla ve zaman içinde birbirine bağlı olarak anlatılmasıyla oluşur.


İnsanlar olarak bizler, yaşamımızda karşılaştığımız olayları anlamlandırma eğilimindeyiz. Hayatımızdaki hikayeler, bu olayları belirli bir sıraya koyarak ve onlara anlam vererek oluşturulur. Bu süreçte, yaşadığımız deneyimlere sürekli olarak anlamlar yükleriz. Bir narratif, olayları bir araya getiren bir iplik gibidir ve bu iplik, hikayemizi şekillendirir.


Hepimizin, hayatımız ve ilişkilerimiz hakkında birçok hikayesi vardır. Örneğin, kendimize, yeteneklerimize, mücadelelerimize, ilişkilerimize ve başarılarımıza dair hikayelerimiz vardır. Bu hikayeleri oluşturma şeklimiz, yaşadığımız olayları nasıl bir araya getirdiğimize ve bu olaylara atfettiğimiz anlamlara bağlıdır.


Narrative terapi, bu hikayelerin yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden şekillendirilmesi yoluyla, bireylerin yaşamlarındaki sorunlarla başa çıkmalarına yardımcı olmayı amaçlar. Böylece, insanlar kendi hikayelerini yeniden yazarak daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşam deneyimi elde edebilirler.


Terapi Bağlamındaki Hikayeler


Terapiye başvuran insanların genellikle yaşadıkları zorluklar veya problemler vardır. Terapistle buluştuğunda, insanlar çoğunlukla sorunlarıyla ilgili birçok olayı anlatmaya başlar ve bu olaylara atfettikleri anlamları açıklarlar.


Terapistler, danışanlarıyla ilk buluşmalarında, sorun ve bu sorunla ilgili ulaşılmış olan anlamlar hakkında hikayeler dinlerler. Bu anlamlar, sıkça “ince tanım” olarak adlandırılan tanımlamalardan oluşur. İnce tanım, yaşamın karmaşıklıklarına ve çelişkilerine yer bırakmaz. İnsanların başlarına gelenleri anlamlandırmalarına pek olanak tanımaz. Bu tanım başkaları tarafından oluşturulmuş olup, kişide hareket alanı bırakmamaktadır ve sıkışmış hissettirebilir.


Sıklıkla, insanların eylemlerine dair ince tanımlar başkaları tarafından oluşturulur; bu kişiler, belirli durumlarda tanımlama gücüne sahip olanlardır (örneğin, çocukların hayatındaki ebeveynler ve öğretmenler, danışanların hayatındaki sağlık profesyonelleri). Ancak bazen insanlar, kendi eylemlerini ince tanımlar aracılığıyla anlamaya başlarlar. İnce tanımlar hangi bağlamda oluşturulursa oluşturulsun, önemli sonuçlar doğurabilir.


İnce Tanımlamaların Sonuçları ve Etkileri


İnce tanımlar, insanların kimlikleri hakkında ince sonuçlara yol açar ve bu sonuçların birçok olumsuz etkisi vardır.


İnce tanımlamaların sonuçları, sorun yaşayan kişinin kimliği hakkında bir gerçek olarak ifade edilir. Sorunla başa çıkan kişi "kötü", "umutsuz" veya "sorun çıkaran" biri olarak algılanabilir. Bu ince sonuçlar, sorun odaklı hikayelere dayanarak insanları güçsüzleştirir ve sık sık zayıflıklar, yetersizlikler veya işlev bozuklukları terimlerine bağlıdır. Danışanlarımız bize başvurduklarında da pek çok kişinin karşılaştığı bu ince sonuçları hatırlıyoruz: "Kötü bir insan olduğum için" ya da "Biz bir işlevsiz aileyiz."


Bazen bu ince sonuçlar, daha geniş güç ilişkilerini de gizler. Örneğin, bir kadın yıllarca maruz kaldığı istismarın ardından kendisini "değersiz" ve "cezayı hak eden" biri olarak görüyorsa, bu ince sonuçlar yaşadığı adaletsizliği görünmez kılar. Güç ve kontrol taktiklerini ve aynı zamanda direnç gösterdiği önemli eylemleri de gizler.


İnce sonuçlar yerleştiğinde, insanlar genellikle bu baskın sorun odaklı hikayeleri desteklemek için kanıt toplamaya başlar. Sorunlu hikayelerin etkisi giderek artar. Bu süreçte, kişinin sorun etkilerinden kurtulduğu zamanlar veya "kötü", "umutsuz" ya da "sorun çıkaran" olmadığı anlar görünmez hale gelir. Sorun hikayesi büyüdükçe, daha da güçlü hale gelir ve gelecekteki olayları etkiler. İnce sonuçlar, insanların becerilerinin, bilgilerinin ve yeteneklerinin sorun hikayesi tarafından gizlenmesine yol açarak daha fazla ince sonuca neden olabilir.


Alternatif Hikayeler


Narratif terapistler, başlangıçta göz korkutucu görünen ince sonuçlar ve sorun hikayeleriyle karşılaştıklarında, alternatif hikayeleri keşfetmeyi hedefleyen konuşmalara yönelirler. Bu sadece herhangi bir alternatif hikaye değil, danışanın yaşamak istediği hikayeler olmalıdır. Terapist, insanların karşılaştıkları sorunların etkisinden kurtulmalarına yardımcı olacak kimlik hikayelerini bulmaya ve bu hikayeleri konuşmalarında yaratmaya çalışır.


Çeşitli ince tanımlar ve sonuçlar sorunları destekleyip sürdürebileceği gibi, alternatif hikayeler de sorunların etkisini azaltabilir ve yeni yaşam olasılıkları yaratabilir.


Bu hikayeler, "dikkati üzerine çeken kişi" veya "sorunlu kişi" olma hikayeleri olmayacaktır. Bunun yerine, geçmişteki kararlılığına dair hikayeler, yaşamının önceki dönemlerinde sorunları nasıl aştığına dair hikayeler veya dikkat çekmekle kalmayıp başkalarına da nasıl dikkat verdiği hikayeleri olabilir. Tüm bunlar, kişilerin hayatının alternatif hikayeleri olabilir. Alternatif hikayeler, tamamen başka alanlarda da bulunabilir; hayali arkadaşlarla olan hikayeler, annesi veya babasıyla olan bağlılık hikayeleri veya evcil hayvanımızla olan ilişkimiz üzerinden bizim için önemli bilgilere ulaşabiliriz. Bu yaşam alanlarından herhangi birinde, terapötik konuşmalar yoluyla, terapistin danışanıyla iş birliği yapmasıyla ortaya çıkar.


Bu hikayelerle ilgili fikirlerle çalışırken, narratif terapistlerin temel sorusu şöyle olur:


İnsanların ince sonuçlardan kurtulmalarına ve yaşamları ile ilişkileri için yeni ve tercih edilen hikayeler yeniden yazmalarına nasıl yardımcı olabiliriz?


Jill Freedman ve Gene Combs şöyle tanımlıyor:


“Narratif terapistler, sorunları desteklemeyen ve sürdürmeyen hikayeleri ortaya çıkarmak ve zenginleştirmek için insanlarla çalışmayı ilgi çekici bulurlar. İnsanlar alternatif hikayeleri yaşamaya başladıklarında, sonuçlar sorunları çözmekten çok daha ötesine geçer. Yeni hikayelerde, insanlar yeni benlik imajları, yeni ilişki olasılıkları ve yeni gelecekler yaşarlar.” (1996, s. 16)


Zengin ve Detaylı Tanıma Doğru


Sorunlu hikayelerin etkisinden kurtulmak için, sadece alternatif bir hikaye yeniden yazmak yeterli değildir. Narratif terapistler, bu alternatif hikayelerin "zengin bir şekilde tanımlanmasını" sağlamaya ilgi duyarlar. "İnce bir sonuç" tanımının zıttı, narratif terapistler tarafından "zengin bir tanım" olarak anlaşılır.


Alternatif hikayelerin "zengin bir şekilde tanımlanmasına" katkıda bulunabilecek birçok unsur vardır; bunlardan biri de, bu hikayelerin konuşulan kişinin kendisi tarafından üretilmiş olmasıdır. Zengin tanım, bir kişinin yaşamının hikaye akışlarının ayrıntılı bir şekilde ifade edilmesini içerir. Bir roman okuduğunuzu hayal edin; bazen bir hikaye zengin bir şekilde tanımlanır; karakterlerin motivasyonları, geçmişleri ve kendi anlayışları ince bir şekilde anlatılır. Karakterlerin yaşam hikayeleri, diğer insanların ve olayların hikayeleriyle iç içe geçmiştir. Benzer şekilde, narratif terapistler, insanların yaşamlarının alternatif hikayelerinin zengin bir şekilde tanımlanmasını ve diğerlerinin hikayeleriyle iç içe geçmesini sağlamak için yollar ararlar. Alternatif hikayelerin nasıl birlikte yazıldığı, nasıl anlatıldığı ve kime anlatıldığı, narratif terapistler için önemli hususlardır.


Referans: "'What is Narrative Therapy?'

By Alice Morgan

Yayınlanma: 03.10.2024 10:38

Son Güncelleme: 03.10.2024 10:38

#terapi #öyküsel terapi #problem hikaye #problem #anlatım #alternatif hikaye
Psikolog

Melike

EREN

Uzman Klinik Psikolog

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Ergenlik Dönemi Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1300
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 45 dk
ücret 1500
Bunları da sevebilirsiniz...

Nedir Bu Bir Barış, Bir Ayrıl İlişki Dinamiği?

İlişki dendiği zaman aklınıza neler geliyor? Aslında çoğu insana bu soruyu sorduğunuz zaman benzer cevaplar alma olasılığınız oldukça yüksektir. Birbirini tanımayan iki kişi tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler, derin bir bağ kurma arzusu ortaya çıkar, bir ilişkiye başlarlar. Zaman geçtikten sonra ya ayrılırlar ya da ilişkiye devam ederler. Ancak yapılan son araştırmalar, genç yetişkinlerin %60’ından fazlasının bir ayrıl, bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Bu oranın gün geçtikçe artmaya devam etmesi, ilişkilere dair bakış açılarımızı değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye başlıyor ve ilişkilerin doğasına dair kafamızda yeni soru işaretlerinin, kafa karışıklıklarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Son dönemlerde bir ayrıl, bir barış ilişkilerinin dizilerde, filmlerde ve sosyal medyada oldukça sık kullanıldığını görüyoruz. Aynı zamanda yakın çevremizde de bu ilişki dinamiğine şahit olmamız, özellikle genç yetişkinlerde ilişki bittikten sonra tekrardan barışmalarının sebebinin birbirleri için çok eşsiz, özel olduklarından ve ilişkilerinin daha da güçlendiğine dair gerçekçi olmayan inançlardan kaynaklı olduğuda gözlemleniyor. O halde konumuza geçmeden önce hemen bir yanlış bilgiyi düzeltelim. Çatışmalardan uzlaşmacı ve sağlıklı bir biçimde çıkmak ilişkileri güçlendirir, ayrılıklar değil!Her ilişki içerisinde kavgalar edilir, çatışmalar meydana gelir, bunların yaşanması da sağlıklı olandır zaten. Sağlıklı bir ilişki için önemli olan bu çatışmalarda yapıcı ve uzlaşmacı bir tavır sergileyerek, var olan probleme karşılıklı olarak çözüm bulabilmektir. Ayrılık kararı, ilişki içerisinde çözülmesi için elinizden gelen her şeyi yaptığınız ve artık problemleri çözüme kavuşturamayacağınızı anladığınız zamanlarda, üstüne uzun bir süre düşündükten ve emin olunduktan sonra alınması gereken bir karardır. Şimdi, hep birlikte bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiğini inceleyelim.Nedir bu bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği? Bu ilişki dinamiği de genel olarak bize aşina olan ilişkilere benzer olarak başlar. Partnerler tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler. Bir ilişkiye başlamaya karar verirler sonrasında çeşitli sebeplerden ötürü partnerler ilişkilerini sonlandırırlar. Belli bir müddet zaman geçtikten sonra tekrardan barışırlar. Burada partnerlerin birbirinden ayrı olarak geçirdikleri süre kısa olabileceği gibi ayrılık uzun süreli de alabilir. İşte tam olarak burada ilişki yeniden başladığı gibi aynı zamanda bir döngüde başlamış olur. En önemli faktör partnerlerin bu dinamiği sistematik bir biçimde tekrarlamalarıdır. Yapılan bir çok çalışmaya göre bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği içerisinde bulunmak, hem ilişkiye hem de ilişki içerisindeki kişilere ciddi psikolojik zararlar verebiliyor ve bu zararların yarattığı olumsuz etkiler kişilerin hayatlarını uzun vadeli olarak etkileyebiliyor. Bu döngü ortaya çıktığında ve ayrılıp, barışmaların sıklığı artmaya başladıkça, çiftler arasındaki çatışmalar fazlalaşıyor, iletişim problemleri daha çok ortaya çıkmaya başlıyor, ilişkiye ve partnere dair güven problemleri ortaya çıkıyor. Partnere karşı hissedilen duygularda değişimler meydana geliyor, kişi kendi hissettiklerinden, duygularından emin olamıyor ve kafa karışıklıkları yaşamaya başlıyor. Bu dinamik böyle devam ettikçe, kişi kendine ve ilişkiye dair yabancılaşmaya başlıyor. Sağlıklı bir ilişkinin nasıl yaşanması gerektiğini unutabiliyor ve bir gün bu kısır döngüyü kırdığı zaman gelecek ilişkilerinde de yakınlık korkusu geliştirip, gelecekteki partnerine de güvenli bağlanamayabiliyor. Aslına bakacak olursak, bir ayrıl bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunmak var olan ilişkiyi tehdit ettiği gibi, kişinin gelecekte var olabilecek ilişkilerine dair de bir tehdit unsuru oluşturur hale geliyor. Derinlemesine bakmak gerekirse, bu tarz ilişki dinamikleri kendi bünyeleri içerisinde bir tür duygusal ve fiziksel suistimali de içeriyorlar. Kişiler birbirlerinden ayrı kalamayacaklarına dair gerçekçi olmayan inançlar geliştirmelerinden ötürü ayrı kalamıyorlar ancak beraber olduklarında da birbirlerine iyi gelmek yerine kötü gelmeye başlıyorlar. Böyle bir ilişki dinamiği içerisinde bulunmak ve ilişkinin yarattığı olumsuz duygularla baş etmekte güçlük çeken bazı kişilerde uzun vadede anksiyete ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar meydana gelmeye başlıyor.İlişki nasıl bu döngüye giriyor? Yapılan araştırmalara göre partnerlerin sağlıklı bir şekilde ayrılık konuşması yapmamaları, ara vermeye dair yapılan konuşmalar, barışma için açık kapı bırakılması, ilişki içerisindeki var olan sorunların açık bir şekilde konuşulmaması, neden ayrılık kararı alınacağına dair herhangi bir konuşmanın yapılmaması, partnerlerin birbirlerine net bir şekilde veda etmemeleri bu döngüyü başlatan faktörler arasında yer alıyor.Partnerimizle neden tekrardan barışıyoruz? Bu sorunun cevabı genellikle kişiden kişiye göre değişkenlik gösteriyor, bir çok kişi farklı sebeplerden eski partnerlerine geri dönme kararı alıyor. Ancak yapılan çalışmalara göre çoğu insanın eski ilişkilerine geri dönerken benzer şeyleri hissettikleri ve düşündükleri bulunmuştur. Bunların başında; kişilerin eski partnerine karşı hala içinde var olan hisleri, duyguları, eski partnerinin hayatının aşkı olduğuna dair düşünceler, yeni biriyle tanışmanın ve ilişkiye başlamanın zor olduğuna dair gerçek dışı inançlar.Bu döngüyü kırmak mümkün mü? Yapılan çalışmalar bize bu döngüyü kırmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ama nasıl? Partnerlerin ayrı kaldıkları süre boyunca ilişkiyi nasıl daha güçlü ve sağlıklı bir hale getirebileceklerine dair derinlemesine düşünmeleri gerekiyor. Aynı zamanda ilişkiye dair, kendilerine dair, partnerlerine dair yeni kararlar almaları gerekiyor. Bir bakıma ilişki içerisindeki çatışmalara yol açan olumsuz davranışlarını, eylemlerini, düşüncelerini tespit edip, kendilerinde değişime gitmeleri gerekiyor. Özellikle, tekrardan barışma kararı alınmadan önce kişilerin karşılıklı olarak, bunları net ve açık bir şekilde birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Yapılan çalışmalar, kendilerinde ya da ilişkilerinde tek başlarına değişime gitmekte güçlük çeken bireylerin barışma kararı almadan önce gerek bireysel gerekse çift olarak bir uzmandan destek almaları gerektiğinin önemini vurguluyor. Unutmayın, terapi hayatınızdaki tüm olumsuz durum ve duyguların hayatınızdan tamamen çıkacak olması demek değildir. Ancak siz terapi ile tüm bu olumsuz duygu ve durumlarla nasıl baş edeceğinizi tamamen öğrenmiş olacaksınız.

Toplumsal Travmanın Kökleri: Şiddet Döngüsünün Sistemik Yansımaları ve İyileşme Yolları

Bireylerin yaşadığı travmaları toplumsal yapılar, kültürel normlar ve kolektif geçmişle ilişkilendirerek inceleyecek olursak; kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk cinayetleri gibi korkunç olayların arkasında, sadece bireysel şiddet eylemleri değil, daha derin bir toplumsal travma ve sistemik ihmal olduğuna inanıyorum. Türkiye’de son dönemde yaşanan bu tür olaylar, sadece bireysel faillere değil, daha büyük bir toplumsal hastalığın dışavurumlarına işaret ediyor.Travmanın Kökleri ve YansımasıŞiddet eylemlerinin temelinde genellikle çok derinlerde yatan travmalar ve patolojiler vardır. Bir insanın bir başkasına zarar vermesi, onun kendi yaralı benliğinden ve yetersizlik hissinden kaynaklanır. Bu tür eylemler genellikle bireyin geçmişte yaşadığı duygusal ya da fiziksel istismarın, ihmalin veya reddedilmenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Örneğin, birçok failin kendi geçmişlerinde ağır travmatik deneyimler yaşamış olduklarını görürüz. Bu travmalar, bireylerin kendi acılarını işlemekte başarısız olmalarına ve bunu başkalarına yöneltmelerine yol açar. Ancak bu, elbette ki suçu meşru kılmaz, yalnızca onun altında yatan karmaşık dinamikleri anlamamıza yardımcı olur.Toplumun Travma Birikimi ve Yargı Mekanizmalarının YetersizliğiToplumun bir bütün olarak bu tür şiddet olaylarına nasıl tepki verdiği, toplumun travmalarının derinliğini ve iyileşme kapasitesini gösterir. Türkiye'deki kadın cinayetleri ve tecavüz vakalarına yönelik yargılamaların eksikliği, yalnızca adalet sisteminin değil, daha geniş bir toplumsal dokunun yaralandığını gösterir. Hukukun adaleti sağlayamaması, insanların çaresizlik hissini besler ve bu hissiyat toplumu felç eder.Yargı mekanizmaları, faillerin cezalandırılması kadar koruyucu önlemlerin alınmasında da yetersiz kaldığında, toplumda yaygın bir güvensizlik ve çaresizlik hissi ortaya çıkar. İnsanlar kendilerini savunmasız hisseder, devletin ya da toplumun onların yanında olmadığı duygusuna kapılır. Bu da daha fazla öfkeye, daha fazla kopuşa ve toplumun kendisine yabancılaşmasına yol açar.Koruyucu Önlemler ve Toplumsal İyileşmeKoruyucu önlemler, toplumun kolektif iyileşme sürecinde kritik bir rol oynar. Bir toplum, şiddet ve istismarı önlemek için önce bu eylemlerin kök nedenlerini ele almalıdır. Yani, sadece failleri cezalandırmak yeterli değildir; aynı zamanda bu tür şiddet olaylarını ortaya çıkaran sosyal ve psikolojik koşulları da ele almak gerekir. Eğitim sisteminde, aile yapılarında, cinsiyet rollerinde ve toplumsal normlarda radikal değişiklikler yapılmadığı sürece, bu şiddet sarmalının sonu gelmeyecektir.Çaresizlik Hissinin Altındaki Kolektif TravmaToplumun bu tür şiddet olaylarına verdiği tepkide çaresizlik hissi, insanların travmalarının derinliğini yansıtır. Çaresizlik, kontrol edilemeyen bir olaylar zincirine verilen bir tepkidir. Birçok insan, bireysel çabalarının toplumsal düzlemde anlam ifade etmediğini düşündüğünde, kendini pasifize olmuş ve yenilmiş hisseder. Bu durum, toplumsal bir travmanın belirtisidir. İnsanlar, bir yandan kişisel olarak bu tür olaylara karşı çıkmak istese de, toplumsal yapılar onları güçsüz bırakır.Bu güçsüzlük hissi, toplumdaki kutuplaşmayı ve ayrışmayı artırır. Bireyler, kendilerini yalnız ve güvensiz hissettiklerinde, topluma olan bağlılıkları zayıflar. Toplumsal düzeyde bu, bir tür kopukluğa yol açar; insanlar, birbirine güvenmedikçe daha fazla içe çekilirler ve bu da daha fazla şiddet üretir.Toplumun İyileşmesi İçin Duygusal Bağ KurmakToplumun iyileşebilmesi için, bireylerin kendi travmalarıyla yüzleşmeleri ve onları işleyebilmeleri gerekir. Bu yalnızca bireysel bir süreç değildir; toplumsal olarak travmaların kabul edilmesi ve üzerine konuşulması da iyileşme sürecinin bir parçasıdır. Kadın cinayetleri, tecavüz ve çocuk cinayetlerine karşı verilen toplumsal tepki, bir anlamda toplumun kendi travmasıyla yüzleşmesidir. Ancak bu yüzleşmenin tam olarak gerçekleşebilmesi için, koruyucu ve onarıcı adımların atılması, bireylerin bu sürece dahil edilmesi gerekir.Sonuç olarak, travmanın toplumsal yansımaları, bireysel düzeyde başlayan ama toplumsal düzeyde çözülmesi gereken meselelerdir. Şiddet olaylarına karşı yetersiz kalınan adalet sistemi, toplumun iyileşme sürecini engeller. Çaresizlik hissi, bu sürecin bir yan ürünüdür. Ancak toplum, travmaları kabul edip, onları sağlıklı yollarla işleyebilirse, bu kısır döngüden çıkabilir ve kolektif olarak iyileşebilir.Bu süreç, bireylerin duygusal olarak daha bağlantılı hale gelmesi ve sistemik adaletin yeniden tesis edilmesi ile mümkün olabilir.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025